Ana içeriğe atla

Mevsim Yenice - Fil Gözü Kitap Alıntısı

 

Mevsim Yenice Fil Gözü

“Akşamüstü saat kulesinin yanındaki parkta bekleyeceğim,” diyorsun telefonu kaparken.

Derinden bir, “Tamam,” duyuluyor. Teslim olmuş, çaresiz bir kadın sesinden: “Tamam.”

Bir çamur kütlesi ayak bileklerinden sararak dizlerine kadar yükseliyor sanki. Oturduğun yerde ağırlaşıyorsun. Kadının sesindeki tükenmişlik, tek kelimeyle doldurmaya çalıştığı boşluk yabancın değil. Az önceki telefon konuşmasından uzaklaşmak istesen de olmuyor. Haklısın, bir bataklığa gömülerek yol almak zor.

Koridorun sonundaki odanın aralık kapısından küçük yatağın bir kısmı görünüyor. Kalan kısmını kafanda canlandırmak sana düşüyor. Yastığın ortası, dünya küresinin yarısı, bisikletin sepeti. Kaybolup canlanan görüntüleri bir arada tutmaya çalışan zihnin, oyuncak dolu sahipsiz odayla nasıl başa çıkacağını hâlâ bilmiyor.

Her sabah bu yüzden, neredeyse gün doğmadan uyanıp yataktan çıkıyorsun. Sonra da evden. Gülüşünü, mimiklerini halı gibi kaplamış sakallarını kesmeden, duş almadan, kahvaltı etmeden. Yetişeceğin bir yer ya da yetiştirmen gereken bir iş olduğu için değil. Güneş ışınlarının fotoğraf çerçevelerindeki yüzü, boy ölçümü için duvara kurşunkalemle işaretlenmiş çizikleri görünür kılmasına dayanamadığından.

Neredeyse koşarak, içindeki boşluğu dolduracak şeyin bir sonraki köşe başında seni beklediğini ve yetişemezsen sonsuza dek kaçacağını düşünerek ikişer ikişer iniyorsun merdivenleri. Apartman kapısından çıkıp sağa döndüğünde yüzüne çarpan soğukla biraz kendine geliyorsun.

Herhangi bir rotan, varmak istediğin bir yer yok. Küçücük bir izin, sesin, daha önce almadığın bir kokunun peşine düşüyorsun.

Başka hayatlar. İhtimaller. Bunların izini sürüyorsun. İşin bu: biriktirmek. Bütünden yola çıkıp kaybolan eksik parçayı tekrar var etmek. Bu nedenle geceleri özenle kapadığın duyuların sokağa çıkar çıkmaz sana hizmet etmeye başlıyor. Henüz köşeyi dönmediğin için göremediğin fırından gelen taze ekmek kokusunu rahatlıkla duyabiliyorsun örneğin. Sonra önünden bisikletli bir çocuk geçiyor. Gidona astığı torbadaki ekmeğin ucundan ufak bir parça koparıyor. Yumuşacık hamurun kabuktan kolayca ayrılışını seyrediyorsun. Çocuk on bir-on iki yaşlarında olabilir.

Maya’nın da bu yaşlarda olacağını düşünmeden edemiyorsun. Boya kalemlerini tutan tombul parmaklarını hatırlıyorsun. Sekiz yaşındaki bedenini büyütüp bisikletli çocukla yer değiştiriyorsun. Ezberindeki eski görüntüden spor ayakkabıları çıkarıp yerine pedaldaki postalları yerleştirmek, gidondaki elleri büyütmek neredeyse imkânsız. Yine de deniyorsun.

Çocuk küçük zikzaklar çizerek gözden kayboluyor. Rotasını, hareketlerini hayalinde canlandırıyorsun. Senin hikâyende yaya geçidinde bisikletinden iniyor. Erkenden sokaklara dökülmüş kalabalıkla birlikte çizgilere basarak karşıya geçiyor ve bisikletini marketin önündeki direğe kilitliyor. Hızlıca içeri girip içecek dolabından bir şişe günlük süt alıyor, kasaya yaklaşıyor. Önündeki yaşlı kadın gülümseyerek ona sırasını veriyor. Parasını ödeyip dışarı çıkması yaklaşık iki kırmızı ışık süresine denk gelmiş olmalı. Belki de üç. Süt torbasını da gidona asarak denge kurmaya çalışıyor. Pedalları yavaşça çeviriyor. Hangi sokağa sapacağını düşünürken araba kornasıyla irkiliyorsun. Fırının önüne yanaşmaya çalışan ekmek kamyonu. Kaldırıma çıkıyorsun. Ekmek kuyruğundaki birkaç kişiyle göz göze gelince mahcubiyetle selamlıyorsun onları ve kaldırım boyu park etmiş arabaların yanından geçip gidiyorsun.

Biraz ilerleyince paltonun iç cebinden sigara çıkarıp yakıyorsun. Hızlıca birkaç fırt çekip bırakırken uzaktaki saat kulesinin sesi duyuluyor. Saat daha erken. Sigaranı bitiremeden sokak aniden kararıyor. Siyah bir bulut kümesi gölgesiyle apartmanları, kaldırımları, arabaları yalayarak tepenizden geçip gidiyor. Birazdan gök gürleyecek, yağmur boşanacak belli ki. Sigarayı söndürüp kendini atacağın kapalı bir yer aramaya başlıyorsun. Tentelerin altına gizlenerek, koşuşturarak, birbirinize çarparak, telaşla günün kalanındaki eksik parçaları doldurmak için yaşamlarınıza devam ediyorsunuz.

Az ileride iki sokağı birbirine bağlayan daracık geçide konuşlanmış kafeye giriyorsun. Dışarıdaki soğuğun, karmaşanın aksine içerisi sütliman. Cam kenarındaki boş yere otururken yan masadaki anneyle küçük oğluna takılıyor gözün. Ellerindeki kutuyu açmaya çalışıyorlar. Ortalarındaki minyatür vazoda tek dal kokina var. Mum alevi suratlarını, kutuyu aydınlatıp gölgelerini kendince oynadığı ışık oyununa katıyor. Kendi masandakini yakmak için büyük bir istek duyuyor ama yapmıyorsun.

Yanına gelen garson kıza hızlıca sipariş verip sırt çantandan birkaç gündür okuduğun kitabı çıkarıyorsun. Neresinde kaldığını belirtecek hiçbir iz bırakmadığından, sayfaları karıştırarak devam edeceğin yeri arıyorsun. Daha önce okuduğun cümleleri tekrarlamanın ya da fark etmeden atlanan birkaç sayfanın önemi yok. Garson çay ve kekle masaya dönüyor. Önlüğünün ön gözünden çıkardığı çakmakla mumu yakıyor. Siyah ojelerine, bir kız çocuğunkini andıran ince bileklerine bakıyorsun. Sarı saçları olgun yüzüne rağmen çocuksu. Nesnelerin, uzuvların, özellikle atkuyruğunun, mum alevinin başlattığı oyuna kıyıdan köşeden dahil oluşunu izliyorsun.

Kitaba gömülünce kafanın, kafenin içindeki tüm sesler susuyor. Bir bölümün son cümlesini okuduğunda, sonrakine geçmeden neler olacağını tahmin edebilmek için biraz bekliyorsun. Kitabı açık halde kenara bırakıyorsun. Yağmur yavaşlamış, damlaların cılız tıkırtılarını camda hissetmek hoşuna gidiyor. Hafif buğunun ardından daracık yolda gelip geçenleri görmeye çalışıyorsun. Bir elinde puantiyeli plastik bir şemsiyeyi, diğerinde cep telefonunu tutan orta yaşlı bir kadın şemsiyesini kapamak için önünde duruyor. Telefonu kulağıyla omzu arasına sıkıştırmış. Hattın diğer ucundakiyle çözemediği hararetli bir konu var. Kelimeleri tam seçemesen de, sesler uğultu halinde camdan süzülüp sana ulaşıyor. Kahkaha patlatıyor birden. Gırtlağının inip kalkışına bakıyorsun. Bedeninin sarsılmasına. Kendini gülümserken yakalıyorsun camdaki suretinde. Hemen yan masayı kontrol ediyorsun. Onlar kendi dünyalarından çıkmamışlar. Önlerindeki kutudan seçtikleri yapboz parçalarını masaya diziyorlar. Doğru olanları yan yana getirebilirlerse bir bütün oluşacak. Topu topu yirmi ya da otuz parçacıktan oluşacak bir bütün. Keşke hepsi bu kadar olsa diye geçiriyorsun içinden, sadece bu kadar. Dışarıya bakıyorsun tekrar. Kadın çoktan gitmiş. Arkadaşıyla konuştuğunu ve gideceği bir davette ne giyeceğine karar verene dek telefon trafiğinin süreceğini tahmin ediyorsun. El ele, hızla yaklaşan genç bir çift kafanda kurduğun ihtimalleri bölüyor. Kız, sevgilisinin bıyığına uzanıp yemek kalıntısını alıyor, sonra öpüyor dudaklarından.

Genç çiftten kalan boşluğu, gitgide yaklaşan bir kadının topuk sesleri dolduruyor. Sendeleyip duruyor. Yere eğilirken söyleniyor. Kaldırım taşlarına sıkışan topuğunu kırmadan çıkarmaya çabalarken, sizi ayıran tek şeye, aranızdaki cama odaklanıyorsun gözlerini kısarak. Kafenin tavanındaki aydınlatmaların yansıması camda, buğu ve dışarıdaki kadınla birleşiyor. Kadının camdaki görüntüsü masanın yansımasıyla iç içe geçiyor. Daha dikkatli bak! Senin yansımanla kadınınki de üst üste binmiş, görüyor musun? Sonra arkandan gelen garson kızın, masadaki anneyle oğulun, önlerinde tamamlayamadıkları yapbozla eksik parçalarının, sokağın, karşı duvarın, kadının siyah paltosunun, dünyanın, kirin, pasın, tüm parçaların birbirine camekânın yansımasında birleştiği büyülü bir an oluyor. Tüm parçalarınızla bir diğerinizin boşluğunu tamamladığınız büyük ve karışık bir yapboz oluveriyor bir an. Üç boyutlu bir birleşme ânı. Büyüleniyorsun. Kımıldamadan izliyorsun. Çok geçmeden garson kız ayrılıyor bütünden. Elindeki boş pasta tabaklarıyla mutfağa doğru yok oluyor. Oğlunu tuvalete götürmek için masadan kalkıyor annesi. Topuğunun kırılmış parçasını eline alıp sendeleyen yürüyüşüyle sokaktaki kadın da siliniyor. Geriye bir tek içerideki lambaların yumuşak, yorgun yansımasıyla sen kalıyorsun.

Soğumuş çayı yudumluyor, kekin ucunu tırtıklıyorsun. Kitaba dalıyorsun çok geçmeden, böylelikle saatler geçiriyor kafede. Kitabın son bölümüne geldiğinde huzursuzlanıp kapağını kapıyorsun. Hep yaptığın gibi. Sonlara tahammülün yok. İçine nasıl siniyorsa, nasıl bitmesini istiyorsan öyle bitiyor hikâye. Kitabı orada bırakıyorsun. Hesabı ödeyip dışarı çıkıyorsun sonra. Hava biraz daha iyi. Kısacık bir an camekânın önünde durup az evvel bıraktığın yerdeki boşluğa bakıyorsun. Yan masadakileri izliyorsun, yapboz hâlâ eksik.

Kalabalıkların arasına kaçmak, herkesin koşuşturduğu bir ana caddeye varmak için can atıyorsun. Yürürken insanların birbirinin omzuna değdiği, trafik ışıklarının durmadan renk değiştirdiği, korna, fren sesleriyle dolu o resimde olmak için caddeye varan ilk sokağa dönüyorsun. Adımların hızlı. Üstgeçitte merdivenleri tırmanırken kitabın sonunu tamamlamaya çalışıyorsun. Baş kahramanın kalabalık bir şehrin işlek caddelerinden birindeki üst geçitte olduğunu, çarpıştığınızı hayal ediyorsun, kitabın sayfalarındaki boşluklarda buluştuğunuzu.

Bunları düşünürken kendini Maya’nın okul kapısında buluyorsun. Etrafta bekleyen velilerden başka kimse yok. Çok geçmeden çıkış zili çalıyor. Çocukların anne babalarının servislerin yanına gidişlerini, koşturmacalarını izliyorsun. Artık daha nadir olsa da bazı günler ayakların seni kendiliğinden aynı saatlerde, zil henüz çalmadan buraya getiriyor. Birazdan Maya’nın okul merdivenlerinden koşarak ineceğini, yanına gelerek elini tutacağını, resim dersinde yaptıkları suluboya çalışmasını, inceledikleri helikopter böceğini uzun uzun anlatacağını hayal ediyorsun. Sonra eve gidip ödevlerin başına geçeceğinizi. Ne de olsa boşluğun yarattığı o korkunç bilinmezliği özenle döşenmiş ayrıntılarla doldurmak senin işin. Kendini inandırırsan herkesi inandırabilirsin. Çünkü insanlar inanmak ister.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyza Alkoç - 3391 Kilometre

Merhabalar Beyza Alkoç'un 3391 kilometre kitabını ilk çıktığı zaman görmüştüm ama açıkçası almakla almamak arasında kalmıştım. Kitap hediyeleşme etkinliği sayesinde okuma fırsatı bulduğum kitaba tek kelimeyle bayıldım. 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Poy Baharatı Nedir? Nerelerde Kullanılır?

  Merhabalar Baharat kullanmayı sever misiniz?

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Birikim Yapmanın Önemi

 

Nilgül - Arabesk Günler

 

Nermin Yıldırım - Ev Kitap Alıntısı

 

Ayten Gökçer Vefat Etti

 

Zülfü Livaneli, Erdal Öz - Sazın Teli Koptu

 

Yurt