Ana içeriğe atla

Afşar Timuçin - Denizli Pencere Kitap Alıntısı

 

Afşar Timuçin Denizli Pencere

Kırlara boylu boyunca serilmişti ilkyaz. Kendine güvenliydi, sıcacıktı, yeşil yeşil bakıyordu, bir manda rahatlığıyla soğuk çamurlara bulanıyordu. Bakmayın kırlarda oyalandığına, birkaç gün içinde kente girecek, kenti de ele geçirecek, karanlık kuyuları bile ısıtacak. Ey kentliler, ilkyaza karşı duramazsınız.

Düzlükte top oynayan çocukları izledim bir süre. İçlerinde biri, sanırım uzunu, “Amca, kaleci olur musun?” dedi. “Bu kaleci durdurma numarası bitsin artık çocuklar,” dedim, “burada borumuz ötmüyor diye bizi kaleci durdurmaya kalkıyorsunuz siz de… Sağ açık oynatırsanız oynarım.” Baktım, en cingözlerinin, o şişko oğlanın yüzü bulandı. “Sen sağ açık mısın?” dedim ona. “Evet hem de takım kaptanıyım,” dedi. “Oğlum,” dedim, “zaten seni yerinden oynatamazmışız, bir adam hem sağ açık hem takım kaptanı olur mu, kafaya koyarsa bakan bile olur!”

Çaresiz… Kaleci durdum. Kalemi canla başla korumakla birlikte tam yedi gol yedim. Aslında dokuzdu, mızıkladım, ikisini saydırmadım. Yaşlandık artık. Çocuklar bana oyundan çık diyemediler, “Amca sen ne biçim kalecisin?” dediler. Oysa ben onlara kaleci olmadığımı, sağ açık olduğumu daha önce söylemiştim. “Sizin oyununuza alışamadım, siz 4-2-4 oynuyorsunuz,” gibilerinden bir şeyler geveledim. Bir süre sonra anladığım iyi oldu: beni oynatmak istemiyorlardı artık. Ayrıldım. Düzlüğün öbür ucundaki ağaçlığa doğru yürüdüm. Çocuklar arkamdan bağırdılar: “Takımı yatırdın amca!” Ses çıkarmadım. Sonra o şişman oğlanın sesini duydum iyice gerilerden, “Sen kaleci duracağına su sat!” diyordu. Ona da ses çıkarmadım. Ben takımı yatıralı yıllar oldu çocuklar, su satmaya gelince Necip Bey’in ve temsil ettiği düzenin sayesinde yakında o da olacak. Öğretmen diplomamdan şeytan uçurtması yapacağım günler dün kadar, yarın kadar yakın.

Ağaç kümesinden ayrı duran o bodur ağacın altında yaşlı bir adam oturuyordu. Adamcağızın keyfini bozmayayım, dedim, öteye doğru yürüdüm ama o bırakmadı beni, seslendi arkamdan:

“Baha bey oğlum, ne var ne yok? Galiba tanıyamadınız beni?”

Adım Baha olsaydı belleğime demediğimi bırakmayacaktım. “Yanılıyorsunuz,” demedim adamcağıza, diyemedim, yanıldığını anlayamayacak kadar çocuklaşmıştı belli.

“İyiyim bey amca,” dedim, “tanıdım, nasıl tanımam, unutulur mu, dalgınım şu günler, ne olur bağışlayın.”

“Aman dalgın falan olmayın, gençliğinizi dipdiri yaşayın, gençlik güzel şey,” dedi.

“Genç olanlar için evet,” dedim.

Dedim ve saçmaladığımı anlayıp sustum. Yanına oturdum. Anlatmaya başladı.

“Sizinle soğuk bir günde tanışmıştık. Ben oğluma kızmıştım, iş arıyordum. Rahmetli kayınbiraderimin dostuymuşsunuz. Onun dayısı benim eski bir tanıdığımdır, o aldı size getirdi beni. Ne güzel, diye düşünmüştüm, çok önemli bir ortaklığın gencecik genel müdürü. Unutmadınız, değil mi? Evet, gençlik güzel şey. Sizden iş istemiştim de, ‘Emeklilere iş vermiyoruz,’ demiştiniz. Ya, genç olmak… İlkyazın tadını çıkarmaya geldim buraya ama, ilkyaz bile üşütüyor artık beni. Ya eski ilkyazlar yok ya ben eski Abdülkadir…”

“Evet,” dedim, “ısınamadı havalar. Bu yıl böyle oldu, soğuklar çok uzun sürdü.”

“Isınması da iyi değil,” dedi, “sıcaklar çok yoruyor beni. Ben artık mevsimlerin dışındayım, bana göre mevsim kalmadı artık. Biz en güzel havalardan bile tedirgin olacak yaştayız. Mayıs gene en iyisi. Benim bütün mevsimlerim iyi geçmiştir. Artık yazlar bile üşütüyor. Uzaktan imrendim size, çocuklara karıştınız. Saydım, tam yedi gol yediniz, belki daha da çok. O oyunla yirmi tane bile yiyebilirdiniz. Gol yiyebilmek de bir mutluluktur. Çocuklara karışabilecek kadar gençsiniz. Ne güzel! Sizin yaşınızda olsaydım da elli gol yeseydim… ‘Moruğu kaleci alalım mı?’ diye alay ettiler benimle. Duymazdan geldim.”

“Bende de iş kalmamış bey amca, topa vururken soluğum kesiliyor.”

“Sorması ayıp, yaşınız kaç?”

“Kırk bir.”

“Gördünüz mü, kırkınızdasınız. Elli yaşımdaydım, mahalle çocukları kapıma dolarlar, düdük yap Abdülkadir amca, saklambaç oynayalım Abdülkadir amca diye bağrışırlardı. Öyle bir saklanırdım ki, beni bulabilmek için kan ter içinde kalırlardı. Ne zamanki yaş altmış beş oldu, hekimler koşmayı yasak ettiler, hastalık ve ilaç adlarını öğrenmeye başladık. Bunları size ne diye anlatıyorum efendi oğlum? İnsan yaşadıkça düşük çeneli oluyor.”

“Yakınlarda oturuyorsunuz galiba?”

“Ay sonlarında paramızı denk getirebildiğimiz zaman mutlu olurduk delikanlım. O yüzden yediğimiz lokmanın tadı, güzelliği vardı. Adı büyük bir işim vardı ama gerçekte sıradan bir memurdum. Sıradan olmayı severim ben. Çocuklarım sıradan insan olmaktan hep korktular. Kristal kadehi yaşamınla ödemediysen ve kristal kadehi kırmaktan korkmuyorsan kristal kadehle iç. İnsan yaşadığı şeyin üstüne titredi mi, bitti, delikanlım. Ben onlar gibi değilim, olmak da istemedim. Karım öldükten sonra bir başıma kaldım. Çocukların her biri bir yana dağıldı. Onlardan uzak olmak hoşuma gidiyordu. Küçücük bir odada yıllarca özgür yaşadım. Beni korunmak tutsaklığı çok korkutur. Öksürüklü, aksırıklı, çarpıntılı, yoksul ve yalnız bir özgürlüktü ama gene de özgürlüktü. İki yıldır ortanca oğlumun yanındayım. Yaşlandın, diyorlar, bırakmıyorlar. Beni biraz daha uzun yaşatarak insanlık görevlerini yapmış olacaklar. Baba sakın ilacını unutma. Bana gene rakı mı koydun kadehine? Bense ilaç şişelerimle, yorgunluklarımla, bunaklıklarımla baş başa kalmak istiyorum. Zor oluyor. Onların yaşayışı benim yaşayışıma uymuyor. Sevmedikleri şeyleri de sever gibi yapıyorlar, en çok da bunu anlamıyorum. Bir şeyden hem sıkılıyor hem de o şeyle birlikte olmaktan kaçmıyorlar. Her şeyleri var, yaşamaya vakitleri yok. Öyle bir kaygıları da yok zaten. Siz nasıl oldu da kırlara çıktınız delikanlım? Bu kentte kimse ilkyazı önemsemez. Bu kentte hiç kimse kırların en önce ilkyaza bulandığını bilmez. Yaşlandım artık. Ben kış boyu bu günleri beklerim. İlkyaz pencereden girecek de onlar duyacak ilkyazı. İlkyaz geldi geliyor diye kıra çıktığım, elimde bir kitapla bir taşın üstünde ilk ılık esintileri beklediğim, eli boş döndüğüm çok olmuştur. İlkyazı karşılamak benim işim. İlkyaz diye bir derdim var benim. Onlar öyle değil. Onlar için ilkyazla kış arasında yalnızca sıcaklık değişikliği var.

“Sizi çok seviyorlardır.”

“Elbette seviyorlar. Ben ihtiyarım, evin kedisi gibiyim. Elbette seviyorlar delikanlım. Geçenlerde bir şarkı mırıldanıyordum. Bir arkadaşım bestelemiştir, radyolarda falan okunmaz: ‘Aşkınla harap gölgeme bir bak güzelim!’ Dalmışım, söylüyorum şarkıyı. Bir kahkaha koptu içeriden. Baktım, gülünç oluyorum, sustum. En güzel şarkı bile seksenlik birinin ağzında eşsiz çirkinlik kazanıyor olmalı. Üzülmüşler, geldiler, şarkıyı söyle diye tutturdular. İlaç içer gibi söyledim. Bir daha da ağzıma şarkı falan almadım.”

“Bey amca, insan içinden gelen şarkıyı susturmamalı.”

“İçimden gelmiş olsaydı zaten susamazdım. Artık gönülden gelmiyor, anılardan, alışkanlıklardan, can sıkıntılarından geliyor. İnsanın içinden gelen şarkı nasıl söylenirse söylensin güzeldir. Dinleyen olsa da güzeldir, olmasa da güzeldir. İçimden şarkı gelmiyor artık. Söylediğim şarkı şarkıya benzemiyor. Saat kaç oldu efendi oğlum? On iki mi? Vay, vay! On ikiyi on geçiyor. Yemek saatini on dakika geçirdik. Haydi dostum, sağlıcakla kalın. Nice yıllar kırlarda karşılayın ilkyazı…”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyza Alkoç - 3391 Kilometre

Merhabalar Beyza Alkoç'un 3391 kilometre kitabını ilk çıktığı zaman görmüştüm ama açıkçası almakla almamak arasında kalmıştım. Kitap hediyeleşme etkinliği sayesinde okuma fırsatı bulduğum kitaba tek kelimeyle bayıldım. 

Poy Baharatı Nedir? Nerelerde Kullanılır?

  Merhabalar Baharat kullanmayı sever misiniz?

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Birikim Yapmanın Önemi

 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Nilgül - Arabesk Günler

 

Nermin Yıldırım - Ev Kitap Alıntısı

 

Fatih Murat Arsal Tüm Kitap Yorumları

Attilâ İlhan - Sen Beyaz Bir Kadınsın

 

Tarihte Bugün 20 Mayıs