Hanife’ye ökçesiz denmesi, kuşkusuz onun cesaretine vurgu yapmak için değildi: Hanife her şeyden korkardı. Korktuğu zaman da hızla savunma pozisyonu alırdı. Bu, izleyeni gülümseten bir pozisyon olurdu genellikle.
Hanife, ufak tefek bir genç kızdı. Fiziksel olarak sevimli bir görüntüsü vardı. Kara gözleri her daim ışıl ışıl parlardı.
Hanife zamanı gelince kendisi gibi ufak tefek bir delikanlıyla evlendi. Elbette ki kocası korkak değildi. Kısa boylu ama yürek yemiş bir delikanlıydı o.
Zaman, takvimler referans alınırsa dün kadar yakın bir geçmişte, teknik olanaklar açısından ise fersah fersah uzaklarda –insan eli değmeden, doğanın kanunlarına göre– işleyip gidiyordu. İşte o günlerde ışık, gecenin karanlığına yalnızca gökyüzünden dökülürdü. Bu yüzden de insanların yüreğine korku salan cinler, periler, devler, eşkıyalar, kabadayılar salına salına yaşarlardı o karanlık anlarda.
Böyle gecelerden birinde Ökçesiz Hanife’nin kocasını bir hastaya iğne yapması için çağırdılar. Askerliğini sıhhiye eri olarak yapmıştı ya, iğne yapmasını bilirdi. Bu noktada öykü anlatıcısının, “Buna hiç şaşırmayın. O günlerin koşullarında insanlar böyle şifa buluyordu,” diye çağdaş okuru uyarması gerekiyormuş, yazar öyle diyor.
Hanife, kocası gidince “Evim,” dediği tek bir odadan oluşan minnacık yapıda yalnız kaldı. Evinin dış kapısı sonuna kadar açıktı. Kapıyı kapatmanın bir anlamı yoktu, kapı zaten iki tahta parçasından ibaretti. “Hayır, fakir değildiler, medeniyetin gelişim çizgisi bu düzeydeydi.” Hanife korkudan dişleri birbirine vurarak kocasını bekliyor ve içinden bildiği tüm duaları okuyor: Ya Gırdanoğlu gelir de Hanife’yi alır giderse, bu konuda anlatılan yığınla öykü var. Gırdanoğlu belalı, herkes korkar ondan; Ökçesiz Hanife’nin aslan yüreği yemiş kocası da köylüler de hatta çevre köyler de korkar ondan. Hanife, açık kapıdan evin önünde istiflenmiş ot yığınına kara gözlerini sabitlemiş bakıyor ve düşünüyor: Ay ışığında gölgesi daha heybetli duran ot yığınının yanında Hanife ne kadar da küçük! Hanife düşünce çemberini genişletince fark ediyor: Bu ot yığınının yanında kocası da küçücük, Gırdanoğlu da. Yerinden fırladığı gibi gidip ot yığınının içine gizleniyor. Artık sabaha kadar kimse bulamaz onu.
Hanife saklandığı yerden geceyi dinliyordu. Bir süre sonra toprak yolda gecenin sessizliğini bozan ürkek ayak sesleri duyuldu. Bu kocası olmalıydı. Hanife her şeyi unuttu, korkusunu da Gırdanoğlu’nu da. Gençliğin zapt olunmaz neşesi ve muzırlığıyla doldu içi. Ot yığınının önüne geçen kocasını takip etmek için otları hışırdatarak dışarı fırladı, tam kapının eşiğinde yakaladı ve müthiş bir kahkahayla beline sarıldı. Yüreğine Gırdanoğlu’nun korkusu sinmiş olan kocanın dili tutuldu… dizlerinin bağı çözüldü… bir hafta tavana bakarak yattı.
Öykünün gerisini kimse anlatmıyor ama Ökçesiz Hanife ve kocasının mutlu bir ömür sürdüğü biliniyor, bir de kocasının yaşamı boyunca konuşma güçlüğü çektiği.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.