Ana içeriğe atla

Rachel Cusk - Çerçeve Kitap Alıntısı

Komşum tekrar bana doğru dönüp, beni Atina’ya götüren işin ne olduğunu sordu. İkinci kez, sorunun bilinçli bir çabayla sorulduğunu hissettim; sanki, avucunun içinden kurtulan şeyleri yakalamak üzere kendini eğitmiş gibiydi. Oğullarımın bebekliklerini hatırladım: Ellerindeki şeyleri mama sandalyesinden aşağı bilerek atar, yere düşmesini seyrederlerdi. Bu hareket onlar için ne kadar eğlenceliyse, sonuçları da o kadar ürkütücüydü. Yere düşmüş olan şeyin –yarısı yenmiş bir krik-krak ya da bir lastik top– ardından bakar, geri dönmediği için giderek daha fazla tedirgin olurlardı. Sonunda ağlamaya başlar ve çoğu zaman, yere düşen nesnenin bu yolla geri geldiğini keşfederlerdi. Bu olaylar dizisine gösterdikleri tepkinin aynı şeyi tekrar etmek olması beni hep şaşırtırdı: Nesne ellerine geçer geçmez tekrar yere atar, eğilip düşmesini seyrederlerdi. Sevinçleri hiç azalmazdı, üzüntüleri de öyle. Üzülmenin gereksiz olduğunu bir noktada fark etmelerini ve artık üzülmemelerini bekliyordum ama hiç öyle olmadı. Çektikleri acıyı hatırlamalarının, yapmayı seçtikleri şey üzerinde hiçbir etkisi olmuyordu: Tam tersine, onları aynı şeyi tekrarlamaya zorluyordu, çünkü çektikleri acı o nesnenin geri gelmesini ve tekrar geri gelmesi için bir kez daha atma zevkini sağlayan büyüydü. Nesneyi ilk kez yere attıklarında geri vermeyi reddetseydim herhalde çok farklı bir şey öğreneceklerdi, ama bunun ne olacağından emin değildim. Komşuma yazar olduğumu ve bir yaz okulunda ders vermek üzere birkaç günlüğüne Atina’ya gitmekte olduğumu söyledim. Vereceğim ders “Yazma”ydı: Birçok değişik yazar verecekti bu dersi ve birden fazla yazma yöntemi olduğuna göre, herhalde öğrencilere birbirine zıt öğütler verecektik. Öğrencilerin çoğunun Yunan olduğunu söylemişlerdi, ama dersin amaçları açısından İngilizce yazmaları talep ediliyordu. Başkaları bu fikri kuşkuyla karşılamışlardı ama ben ne sakıncası olduğunu anlayamamıştım. Hangi dilde isterlerse yazabilirlerdi: Benim için fark etmezdi. Bazen, dedim, geçişlerde verilen kayıp, basitliği yakalayarak kazanca dönüşür. Öğretmenliğin yalnızca ekmeğimi kazanmanın bir yolu olduğunu söyleyerek devam ettim. Ama Atina’da görüşebileceğim birkaç arkadaşım da vardı. 

Komşum, ya mesleğime saygı ya da bu konuda tam bir bilgisizlik ifade edebilecek bir hareketle başını eğerek, yazar ha, dedi. Yanına ilk oturduğumda fark etmiştim, iyice hırpalanmış bir Wilbur Smith kitabı okuyordu: Dediğine göre bu kitap, okuma zevkini tam olarak temsil etmiyordu. Ama kurmaca eserler söz konusu olduğunda pek seçici olmadığı da doğruydu. İlgi konusu, bilgi veren kitaplardı, olgular ve bunların yorumlanması. Ama bu alandaki tercihlerinin incelikli olmadığının söylenemeyeceğinden emindi. Düzyazı üslubunun güzelinden anlıyordu; örneğin en çok sevdiği yazarlardan biri John Julius Norwich’ti. Ama iş kurmacaya geldiğinde, eğitimsiz olduğunu itiraf ediyordu. Wilbur Smith’i bulunduğu yerden, önündeki koltuğun arkasındaki cepten çıkardı ve ayaklarının dibindeki evrak çantasına attı ki göz önünde durmasın. Sanki, benim değil demek istiyor gibiydi, ya da belki de kitabı gördüğümü unutacağımı düşünüyordu. Aslına bakılırsa, edebiyatla bir züppelik türü olarak, hatta bir kendini tanımlama biçimi olarak bile ilgilenmiyordum artık – bir kitabın bir başkasından daha iyi olduğunu kanıtlama isteği duymuyordum: Aslında, hayran kaldığım bir şey okuduğumda, ondan söz etmekten gitgide daha az hoşlandığımı fark etmiştim. Kişisel olarak doğru bulduğum şeyler, giderek, başkalarını ikna süreci ile bağlantısız olmaya başlamıştı. Artık hiç kimseyi hiçbir şeye ikna etmek istemiyordum. Derken, “İkinci karım,” dedi komşum, “hayatında tek bir kitap okumamıştı.” 

“Tam anlamıyla cahildi,” diye devam etti, “en temel tarih, coğrafya konularında bile cahildi ve başkalarının yanında, hiç utanç duymadan son derece mahcup edici şeyler söylerdi.” Tam tersine, insanlar onun hiç bilgi sahibi olmadığı şeyler hakkında konuşunca kızarmış: Örneğin, Venezüellalı bir arkadaşları ziyaretlerine geldiğinde, böyle bir ülkenin var olduğunu kabul etmemişti çünkü ülkenin adını hiç duymamıştı. İkinci karısı İngiliz’di ve o kadar muhteşem bir güzelliği vardı ki, içinde de bir incelik taşıdığına inanmamak çok zordu; ama doğasında bazı sürprizler gizli olmakla birlikte, bunlar pek de hoş şeyler değildi. Komşum karısının ailesini de sık sık evlerine davet edermiş. Sanki annesini babasını inceleyerek kızlarının gizemini çözebilecekmiş. Aile evlerinin hâlâ durduğu adaya gelir ve her seferinde haftalarca kalırlarmış. Bu kadar sıkıcı, bu kadar özelliksiz kişilere hiç rastlamamış komşum daha önce: Onları uyarmak için ne kadar canını dişine taksa da bir çift koltuk kadar tepkisiz kalıyorlarmış. Sonunda, insan koltuğuna nasıl düşkün olursa, öyle düşkün oluvermişti onlara; özellikle de babaya, çünkü sonsuz suskunluğu o kadar aşırıymış ki komşum giderek adamın psikolojik bir bozukluktan mustarip olduğunu düşünmeye başlamıştı. Hayatın bu derece yaraladığı bir insanı görmek onu duygulandırmıştı. Gençliğinde olsa, büyük bir olasılıkla, sessizliği üzerinde kafa yormak bir yana, adamı fark etmezmiş bile; ama bu şekilde, kayınpederinin acısının farkına vararak, kendi acısının da farkına varmaya başlamış. Önemsiz gibi görünüyordu ama bu farkına varış sayesinde, tüm hayatının kendi ekseni etrafında döndüğünü hissetmişti: Görüş açısında bir devrim olmuş ve kendi bireyciliğinin tarihi, gözlerinin önünde ruhsal bir yolculuk olarak canlanmıştı. Bir dağcı nasıl arkasına dönüp de dağdan aşağı bakar, artık tırmanışın içine gömülü olmadan, katettiği yolu nasıl gözden geçirirse, o şekilde arkasına dönüp bakmıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Megalodon Köpek Balığı Hakkında Bilinmeyenler

Herkese Merhabalar Bugün sizlere Megalodon hakkında bilgi vereceğim.

Bir Yaprak Sarması Meselesi