Ana içeriğe atla

Goli Taraghi - Kış Uykusu Kitap Alıntısı

Enveri, “İnsan dirençli olmalı. Okumalı, Yürümeli ve kendi kendine ‘Her şey çok güzel, ne kadar da mutluyum’ demeli.” dedi. Fakat artık kendisi de inanmıyordu. Artık gülmüyordu, bu mutluluk laflarından dem vurmuyordu. Eğer Mehdevi Bey Talat Hanım’la gitmemiş olsaydı her şey farklı olurdu. Şayet bu davetsiz misafir ortaya çıkmamış olsaydı mutluluğa inanmak mümkün olabilirdi. 
“Mehdeviciğim, Enveri’nin sana ne ağırlığı var? O, sensiz eksik. Siz ikiniz birlikte büyüdünüz. Birlikte ‘biri’ oldunuz. Bu vakte kadar hiç kimse sizi birbirinizden ayrı görmedi. Şimdi sen, onun gitmesine razı mı olacaksın? Böyle olur mu hiç! Bunu yapma. Birlikte gidin, karını ikna et.” dedim.
Talat Hanım bahçedeydi. Başı ta kapının üstünden görünüyordu. İmamzade Kasım türbesindeki ağaca benziyordu. Korkunç, büyük ve yaşlı. Rüzgâr kızıl saçlarını sağa sola savuruyordu. Vücudundan hayvani bir sıcaklık yayılıyordu. Teninden koyun kokusu
geliyordu, taze süt kokusu, hayvan dışkısı kokusu; köylerin, bağların, bahçelerin, sokakların kokusu geliyordu. “Talat Hanım izin ver yardım edeyim. Tek başına yapamazsın.” dedim. Elimi itti, ayağımı tekmeledi. Enveri’nin odasındaki halıyı başına koymuş bahçeye taşıyordu. Sandalyeleri ve koltukları havuzun yanına yığmıştı. “Bu evde ne varsa bundan sonra hepsi Mehdevi Bey'indir, benimdir.” dedi. Mehdevi Bey havuzun yanında bir sandalyeye oturmuştu. Rengi atmış, üzgün ve şaşkındı; bir kabullenme hali içindeydi. Ellerini dizlerinin üstüne koyup başını önüne eğmişti. Alt dudağı titriyordu. Talat Hanım’ın gözü üstündeydi, şerbet hazırlamıştı ona. Ufak ufak nazlandırıyordu onu, etrafında dört dönüyor, yüzüne konan sinekleri kovalıyordu.
 “Talat Hanım, bırakın Enveri Bey de sizinle gelsin,” dedim. Eğilmiş Mehdevi Bey'in ayakkabılarını bağlıyordu, bana cevap vermedi. Enveri inanamıyordu. Odanın ortasında oturmuş Mehdevi'nin bavuluna bakıyordu. Konuşmuyordu. İlgisiz görünüyordu. Nefes de almıyordu. Sanki uyutulmuş gibiydi. 
“Enverciğim, bu kadar düşünme. Dünyanın sonu değil,” dedim. Başını kaldırdı. Bana baktı. “Bir dev geldi, arkadaşımızı götürdü, hem de hiç zorlanmadan.” dedi.
Ne diye bunları düşünüyorum? Uyumalıyım, şimdi, unutmalıyım. Artık her şey için çok geç.
Azizi, “Eğer hatıralar ölümden sonra da varlıklarını sürdürüyorlarsa bu ne anlama gelir? Eğer o toprağın altında uyanıyorsak ve her şeyi hatırlıyorsak bu ne demektir?” dedi. 
Haydari Bey’in duvara yansıyan görüntüsünü izliyordum. Arkadaşlarının ortasında onlardan bir adım önde duruyor, göz ucuyla doğum günü pastasındaki mumlara bakıyor. Şirin Hanım başını önüne eğmiş, küçük parmağı ağzında. Azizi de var fotoğrafta, en köşede. Yüzünün bir kısmı görünüyor, yarısından fazlası yok. Belki oturduğu için belki güneş fotoğrafı soldurduğu için. Bilmiyorum, eski bir fotoğraf. İri bir fare koltukların arkasından başını çıkarmış. Birkaç fare daha var, geceleri sayıları artıyor, her şeyi kemiriyorlar, mobilyaları, perdelerin uçlarını, çarşafın kenarlarını, ayakkabılarımı… Kaşıkla kafalarına vuruyorum, bana bakıyorlar. Artık hiçbir şeyden korkmuyorlar, başlarına yedikleri kaşıktan da üstlerine fırlattığım ayakkabıdan da.
Dışarı çıkıp yürümek istiyorum, kar da yağsa, soğuk çok sert ve öldürücü de olsa. O zamanlar bir evimiz vardı, bir bahçemiz. Enveri ile komşuyduk. Damda uyuyorduk ve uzaktan birbirimizle konuşuyorduk. Mehdevi Bey’i bekliyordu. Her gece, onun yatağını seriyor, başucuna buzlu su koyuyordu. “Yine geri gelecek, eminim. Hemen yarın çıkıp gelecek,” diyordu. 
Tren garına gittik. Geleceğini mektupla bildirmişti. Enveri, “Gördün mü? Dememiş miydim,” dedi. Bütün gece uyanıktı. Ne isteyeceğini hiç bilmiyordu ama bana sesleniyordu. Sabah olur olmaz kalkmıştı, avluyu suluyordu. Vazolara çiçek koymuştu ve gözünü saatten ayıramıyordu.
Haydari, “Ne yapıyorsun, bekle de tren dursun, altında kalacaksın, kenara gel.” dedi. Azizi, “Bekle, trenin kapıları açılsın.” dedi. Enveri güldü ve Mehdevi Bey için getirdiği çiçek demetiyle yüzünü kapattı. Gözleri çakmak çakmaktı. “Bu kapıdan mı çıkacak, yoksa başka bir kapıdan mı?” diye sordu. Bakışlarımız Talat Hanım’a saplanıp kaldı. Dağınık kızıl saçlarına, erkek ayakkabısına benzeyen ayakkabılarına. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Megalodon Köpek Balığı Hakkında Bilinmeyenler

Herkese Merhabalar Bugün sizlere Megalodon hakkında bilgi vereceğim.

Bir Yaprak Sarması Meselesi

Monica Mccarty - İskoç Esareti

Merhabalar İskoç kitaplarını sevmeme neden olanlara selam olsun. Normalde okuyacağımı düşünmediğim İskoç kitaplarının şu anda hastası olmuş durumdayım. İskoç Esareti'de bu kitaplardan birisi.

Piyasalarda Bugün: 26 Nisan 2024