Ana içeriğe atla

Füsun Akatlı - Zamansız Yazılar Kitap Alıntısı

ŞİİR VE SORU
İnsanlar anlaşıldıktan ve cihanın da sırrı kalmadıktan sonra, hâlâ, bir hayal için ufka bir ok atar mıydınız? Ülfetin belalı, uzletinse sıkıntılı olduğunu düşünenlerdenseniz, ömrün geri kalanını nasıl geçireceğiniz sizi kaygılandırır mıydı? Magazin basınında sık sık rastlanan testlerde, böylesi sorularla seyrek bile karşılaşılmaz. Oysa insanın kendisinde merak edeceği eğilimler, çekilimler, itilimler, çekinimler bunlar olmalı asıl! Merak uçsuz bir iptir; tuzlu, yeşil, dalgalı olmasa da. Ve o ipi, türlü kuyulara, türlü amaçlarla sarkıtırız da; yakında, en yakında olana, aramızda bir iplik mesafe bile bulunmayana, hiç uzatmayız. Çünkü, kendini herkes tanır. Tanımalar ve tanışmalar ağının dibine, bir belit sarsılmazlığıyla yerleştirilir çoğu durumda bu inanç. Kim soru işaretlerinin çengelini kendi benliğine takmaya vakit bulur, gerek görür, cesaret eder -eğer oldukça “tuhaf” biri değilse? Güvensizlik de kendi sınırlarını bilmek ister, bilisizlik de. Şüphe de, hep şüphe edilemeyecek bir şeyin peşindedir. Felsefenin tarihinde, şüphecilikten kıl payıyla sıyrılmış gibi, durucuk duran mantık anıtı filozof* bile, “yakîn”in peşinde olduğu için, mağribi gibi sarılmamış mıydı “dubito”ya (şüphe ediyorum) ve tarzan gibi sıçramamış mıydı “cogito”ya (düşünüyorum)? Böylece, gerçekliğin ve usun güneşi aydınlatıvermişti zaten pek de gölgede olmayanı: “sum”, “sum”, “sum” (varım-m)! Ondan sonrası çorap söküğü gibi çözülüvermişti. Ama ne o, varlık bilimsel şüpheden daha derin şüphe konuları olabileceğini kurcalamak istedi; ne varlığı, bilgiyi, değeri didik didik didikleyen, kılı kırk yaran diğerleri. Var olmayı, bir “ben” tarafından algılanmış olmaya kadar indirgeyen, bir anlamda şüpheyi teke tek düelloya davet eden en müthiş idealist** bile, “sole ipse” (bir tek ben) derken, aralık kapıdan sorgu hücresinin dışına kaçırıveriyordu “ben”ini. Çünkü bu sorgulayıcılar; maddeden de kuşkulansalar, tinden de kuşkulansalar, usun güdümüne ve içkin disiplinine bağlıydılar. Filozoftular. Şair değildiler. Us ise, ancak şairin dilinde yüreğin gizlerine inebilen, kendi kendinin kılavuzu olmakla yetindiğinde ise, sadece anlamlı sorular üretebilen bir yetidir. Anlamlı sorular dünyayı, evreni, düzeni ve düzensizliği, insanı ve usun karşısına çıkan her şeyi, her şeyi sorgulayabilmişlerdir. Yanıt bulmuş ya da bulamamış olabilirler, ama hiç değilse yanıta yöneliktirler. “Ben”e ilişkin soruların ise; ancak özne yerine “İnsan” geçirildiğinde anlamlı yanıtlar bulabilecek anlamlı sorular olduklarını, “ben”le sınırlandırıldıklarında ise, ustan taşıp yüreğe ve görünürde şizoid bir tablo ardına sığınan, anlamdan özgür sorulara ve o soruIarın birer defalık yanıtlarına dönüştüklerini söylemek isterim. Ya da kendileri şiir olurlar, ya da ancak şiirde can bulurlar. Pascal’ın “La coeur a sa raison” deyişi; “yüreğin kendine göre nedenleri vardır” ya da “kendine özgü bir haklılığı vardır” gibi yorumlanmalara elverir. Ama “Yüreğin kendi aklı vardır” diye çevrilmesi, oldukça ciddi bir sorumluluk yükler çevirene. Ne var ki, sorumluluklarla baş etme yöntemi usunkinden çok farklı olan yürek, şiire açık bono verecektir diye düşünülmesine engel olacak bir us yok, bu yazıyı yazanla okuyan arasında. Kendini herkes tanır. Ama şiirin eczasıyla yıkanmış bir fotoğrafına bakanın,· aynada göre geldiği kendi imgesine pek benzemeyen bu yüzü tanımakta zorlanacağı; bir kere o fotoğraf(lar)ın iğvasına kapılanın ise, bu kez o aynalardan kuşkulanacağı da bir varsayımdır. Şiirden soru çıkartarak başladığım bu yazıyı, sorudan şiir çıkartanların dizeleriyle bitireceğim. Böyle yapacağım ki, dünyayı aydınlatanın yalnızca yanıtlar değil, ama asıl sorular olduğuna ve bir sorular mesleği olan felsefenin, aklını yüreğine devşirmedikçe, “ben”ini tanıma yolunda insana ayak bağı bile olabileceğine us yatırmamız kolaylaşsın. 
Aldı Hilmi Yavuz: “İşte hangi uçurum dillerinin dip kuytularında olmak beni sana göre daha sınırda kılar? / Ve aramızdaki sınır hangi kaybolmalarda tenhayla çizilmiştir? / Şimdi kim dindirecek erguvanları bende?”
Aldı Melih Cevdet: “Gerçekten yaşandı mı geçmiş çağlar / Gökyüzünü gördüm beni görmedi / Bu mosmor sevinci yüreğime kim verdi / Ölümsüz olan yıldız mı var / Daha ağır alsak olmaz mı, nedir bu acele / Ne kaldı ağaçların çiçeklenmesine?”
Aldı Edip Cansever: “Zamanlar geçtikçe neden / Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda / Acaba / Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi / Mahzunluk mu yoksa yaşam / Ve doğruyu söyleyen yalnız / O mu, Rilke mi / Ölümünü içinde taşıyan.” 
Aldı Turgut Uyar: “Yeşilin tadı hani, gölün sevinci nerde / şimdi durup dururken nedir bu / gündüzü hızlandıran, geceyi bölen öfke / maviyi çağıran kim, kimdir çağıran maviyi / asıl mavi kimi çağırıyor, asıl onun adı ne?”
Ve aldı Ece Ayhan: “Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Naime Özeren - 23 Nisan

Piyasalarda Bugün: 26 Nisan 2024

 

Megalodon Köpek Balığı Hakkında Bilinmeyenler

Herkese Merhabalar Bugün sizlere Megalodon hakkında bilgi vereceğim.

Bir Yaprak Sarması Meselesi

Monica Mccarty - İskoç Esareti

Merhabalar İskoç kitaplarını sevmeme neden olanlara selam olsun. Normalde okuyacağımı düşünmediğim İskoç kitaplarının şu anda hastası olmuş durumdayım. İskoç Esareti'de bu kitaplardan birisi.

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?