Ana içeriğe atla

İstanbul Treni Arkası Yarın

 

Herkese Merhaba,

Radyo tiyatrosu ve arkası yayınları dinlemeye devam ediyorum. Bugün bir arkası yarın ile sizlerleyim. Bu arkası yarının adını gördüğümden beri bir yerden hatırlıyorum diyordum ki sonunda Graham Greene'e ait İstanbul Treni eseri olduğunu hatırladım. Bu kitabı okumayı çok arzu ederken, arkası yarın olarak dinlemek ilginç oldu. Zira kitap olarak okumakla okumamak arasındaki ince çizgideyim. Kitap olarak okumak istiyorum yazarın anlamını çok merak ediyorum. Okumak istemiyorum çünkü sonu bence çok havada kalmıştı. Sonu izleyiciye bırakılan kitapları çok sevdiğim söylenemez. Bazı durumların netliğe kavuşması taraftarıyım. Konusuna geçmeden önce madem başladık, kendi düşüncelerimi de size aktarayım. Konu bakımından heyecanlı ilerleyen bir konusu olmakla beraber, dansöz kıza oldukça kızdığım, böyle boğmak istediğim zamanlar olmadı değil. Fazlaca saf denilebilirdi. Diğer karakterlerle ilgili yorum yapmasam daha iyi çünkü olaylar birbirine bağlı olarak gelişiyor. Trenleri çok sevdiğim için bu hikaye beni iiçine daha çok çekti diyebilirim. Keşke sonu havada kalmasaydı. Neyse hep birlikte konusuna bakalım. Şayet kitabını okursam zaten sizlerle ayrıca kitap yorumumu da paylaşırım.

İstanbul Treni Arkası Yarın

Hikaye, Belçika'nın sahil şehri Ostende'den başlayarak İstanbul'a kadar uzanan uzun bir tren yolculuğuyla başlıyor. Graham Greene'in “İstanbul Treni” adlı bu eserinde, yazarın dikkat çekici bir karakter yelpazesi oluşturduğu görülüyor. Kitapta, hayatları bu tren yolculuğunda kesinen beş çarpıcı karakter yer almakta: alkolik bir gazeteci, hayatta kalmaya çalışan bir revü kızı, idealleri uğruna savaşan bir komünist devrimci, gizli bir katil ve bir Yahudi ticaret adamı. Bu farklı karakterlerin yolculuğu, hem birbirlerinin hem de kendi iç dünyalarının bir parçası haline gelmelerine yol açıyor.

Şüphesiz ki bu kurgu, çok katmanlı yapısı ve her karakterin toplumun dayattığı normlara meydan okuyan kimlikleriyle etkileyici. Ancak hikaye ilerledikçe, karakterler arasındaki geçişlerde kopukluk hissi yaratılabiliyor. Tam bir karakteri tanımaya ve hikayesinin derinliklerine inmeye başlamışken, bir diğerinin hikayesine ani bir geçiş yapmak zorunda kalabiliyorsunuz. Bu durum, dinleyiciyi bazen hikayeye odaklanmakta zorlayabiliyor.

Kitap, 1930’ların Avrupasında toplumsal normlara meydan okuyan karakterlerle dolu. Dönemin antisemit yaklaşımlarıyla yüzleşen bir Yahudi ticaret adamı, devrimci fikirlerinden dolayı kaçak durumunda olan bir komünist, o zamana dek hiç yakalanmamış bir hırsız ve katil, alkolle ve kendi cinsel yönelimiyle savaşan bir gazeteci, ve dönemin güzellik algılarına uymayan bir revü kızı... Bu karakterler trene farklı amaçlarla binseler de yazgıları, yolculuk sürecinde kaçınılmaz şekilde birbirine dokunuyor.

Karakterlerin vadettiği gizem ve korku-gerilim unsurlarından ziyade, kendi iç dünyalarına yaptıkları derin yolculuklara tanıklık ediyorsunuz. Bu yolculuklar, zekice kurgulanmış detaylarla sunuluyor. Ancak Graham Greene’in çift anlam yüklediği, hem eleştiren hem alay eden hem de olaydaki gerçekleri açığa çıkaran diline alışmak zaman alıyor. Hikaye ilerledikçe, bu tarza alışıyor ve hikayeye daha rahat kapılıyorsunuz.

Greene, bu eserinde toplumsal eleştiriyi ince bir dokuyla işliyor. Sadakat, ahlak, insanın kendiyle ve başkalarıyla olan ilişkileri, ırkçılık ve komünizm gibi derin temalar hikayeye yerleştirilmiş durumda. Trende birbirinden bağımsız gibi görülen her bir hayat, aslında diğerine bağlı bir zincir oluşturuyor. Coral’ın doktora yardım etmek için durması, başka bir karakterin kaderini çok farklı bir yöne taşıyor. Bu kelebek etkisi gibi olaylar zinciri, okuyucunun “Kader mi, yoksa seçimler mi?” sorusunu sorgulamasına neden oluyor.

İstanbul Treni, basit bir anlatıma sahip gibi görülse de aslında sıradanın içindeki olağanüstü ayrıntıları yakalayabilen bir eser. Her bir karakterin hikayesi, toplumun bir yansıması niteliğinde. Hayatın olağan akışına uygun bir şekilde ilerleyen olaylar, Greene’in ustaca dokunuşlarıyla okuyucuda derin bir iz bırakmayı başarıyor. Özellikle final bölümü, birbiriyle bağlı olan olayların tüm gerilimini zirveye taşıyor ve kitabı elinizden bırakmanızı zorlaştırıyor. Greene’in yazarlık yolculuğunda attığı bu adım, okuyuculara hem eğlenceli hem de düşünce dolu bir deneyim sunuyor.

Yeni yazılarımda görüşünceye dek, kendinize çok iyi bakın. Güzel bir gün sizlerle olsun. 

Hoşça kalın.

Reklam değildir. Gönüllü paylaşımdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aşkın Nur Karataş - Karga

 

Feyza Hepçilingirler - Onun Adı Var: Halide

 

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Funda Kınalı - Sevda Dedikleri 2

Merhabalar Hızır Ali ve Melek'in hikayesi Sevda Dedikleri -2- de son sürat devam ediyor. İlk kitap çok kötü bir yerde bitmişti ve oradan devam ediyor. (Ağlamaktan içim çıkmıştı.)

Ayşegül Çiçekoğlu - Gözyaşlarımız Kitap Tanıtımı

Merhabalar Sizlere uzun zamandır yeni kitap önerisiyle gelmediğimi fark ettim ve hemen hali hazırda yakında sıcak sıcak fırından çıkacak bir kitap önereyim istedim.

Tarihte Bugün 15 Ocak

Mehsa - Mıh 1: Kör Talih

 

Tarihte Bugün 17 Ocak

 

Bedia Ener Öztep Vefat Etti

 

Tarık Tufan - Gece Açan Çiçekler