Ana içeriğe atla

Sevinç Çokum - Tarifsiz Bir Sesin Hikâyesi Kitap Alıntısı

Ses belki akordunu bekleyen bir telin inlemesi ve tınlamasıydı.
Benim kemanım da böyleydi. Dolabın içinde ses verirdi dem dem. Mandalın biri gevşer; mesela re'den do diyeze, si bemole dönerdi. Yahut sıcak soğuk değişimlerinden etkilenirdi teller. Ya da kopardı. O zaman sessizliğin içinde gözyaşının düşerkenki hafifliği ile bir tınnn olurdu. Yani "Bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir"di. Bir tel gevşemesi düzenin alabora olması demekti. Bir lodos esmesi, gafletten uyanış. Silkiniş...

Ama her şey kendi yerinden memnundu dediğim gibi. Saksılarda sardunyam... Poyraza karşı bir kuytuda çiçeğini veren sardunyam yaşamaktan memnundu. Kafesteki düzenin bekçisi kimliğiyle muhabbet kuşum. Ne şikayet, ne ağlama...

Oysa şehir ağlıyordu bir yanıyla. Şehrin varoşlarında bir kent psikozu yaşanıyordu. Şehir kendi kabuğundan taşıp bir mani nöbetine giriyordu. Bu saatte sol yanımda cinayetler işleniyor, sağ yanımda birileri kan kaybından, usançtan ölüyor.

Bu saatte birileri intiharı deniyor. Sabahları kapı önü kanları suyla yıkandı mı, her şey eski haline dönüyor. Bayiler, kahveler açılıp ilk tostlar, sandiviçler makineye sürülüyor da kan tutmuyor insanları artık...

Bir zamanlar ay ışırdı, bülbül dem çekerdi, gam çekerdi şu gül bahçesinde; şu sarhoşların viranlığı arsada. Şimdi gün, kırık camlara, alkolü uçmuş donuk şişelere, atılmış plastik pabuçlara, yırtık çoraplara doğuyor. Ben ilimle yönetilen gül kokulu şehirler düşlüyorum. Ve diyorum ki o ses yaprağını düşüren bir gülün solgun sesidir. Gülün ve bülbülün yittikleri yerden gelen çığlıklarıdır. 

Nerede ne kalmışsa şimdi onları topluyorum, hayır çiçeklerinin açtığı köşelerden. Üsküdar'ı özleyen bir kumru sesidir o. Kahve ve ekmek kokulu Beşiktaşımın bir kiremitleri kırık damında. Gün gün eksilen insanlarım, komşum, dostum, kopan gönül bağlarım... Dalgaların götürdüğü çakıl taşlarım, içlerinde müjdeler taşıyan istiridye kabuklarım...

Gözü dönmüş bir kadının çöplüğe bıraktığı bir cenindi, yeni doğmuş bir yavruydu. Yani bir insanoğlu, bir insan kızıydı. Zehir artıklarının, kezzap şişelerinin arasından alıp da iyi niyetlerimle, sevgimle sarıp sarmalayıp ad vermeliydim ona. Gül masalları anlatmalıydım. Bülbül efsanelerini, Hazreti Ali cenklerini, Battal Gazi Destanı'nı, Dedem Korkut'u, Süheyl ve Nevbahar'ı, Leyla ile Mecnun'u, Evliya Çelebi'yi, Aşık Paşa Tarihi'ni...

Üstünü bizim kumaşlarımızla örtmeliydim. Kartopu çiçeği gibi onu göğsümde taşımalıydım.

Dünyanın sargısı kanlı bir kağıttır. İçinde kin, zulüm, haksızlık, vahşet, haram... Dünya yaşanmışlığının belgesi bunlar mı olmalıydı? Kin tartıp, öfke biçerek geçen ömürlerle veyl!

Yoksulluğu taşıyan otobüsler akıyor yanımdan. Giydirilmiş kıyılarda Fener'de, Hasköy'de akasya, çınar yeniliği... Duvarların ardında kalmış, Bizans kokulu sur diplerinde emekleyen çocukların özgür ufukları... Belki boşluğa takılmış bir ses...

Bir ahşap oymada... Güzelliğin hıçkırığıdır o. Bir havuz başında su akışlı şiir. Kökleri kopan, sökülen ağacın sonsuza uzanan çığlığı... Yok olan sofraların. Çinileri sökülmüş duvarların, kuş evlerinin, aşevlerinin iniltisi. Yok olan sohbetlerin, havaya karışmış nice sözün ardındaki sessizlik...

Binaları çoğaltan ellerin ve daha çok, daha çok kazanç uğruna ormanları, bahçeleri, kırları yok eden ellerin, bir tarafta açların, bir tarafta tokların olduğu bir dünyada zulüm vardı elbette. Hile vardır, oyun vardır. Daha çok kazananların olduğu yerde daha çok kaybedenler vardır. Kazanmak, başkalarını yok farzetmek anlamında zulüm sayılır tek başına. Evet kazanmak... Sahibolmak dizginsizce. Hiç kimseyi aşağılamadan. Hiç kimseyi kamçılamadan, insanlara zulmetmek çok şeye sahip olmakla bir değil midir?

Zulüm bazen silahsız, pusatsızdır, ama zulümdür işte. Düzenin içinde elbirliğiyle kendi doyumsuz düzenini kurar, sistemlerini geliştirir. Şirketlere, kurumlara, yönetimlere, rızıklara el koyar. Saygılıdır yasalara, yasa tanımaz. Geçerli olan onun yasalarıdır çünkü. Bu yeni değildir, ilk değildir. Kalu beladan beri böyledir bu.

Sevgimiz gelişip boy atamadı. kapılarımızın ötesindeki aç mı tok mu sormadık. Oysa biz bir binanın tuğlaları değil miydik?

Şehir büyüyordu ur gibi salkım salkım. Büyüyen şehrin içinde insanlar cüceleşiyorr, küçülüyordu. Duvar diplerinde, kapı önlerinde açlık büyüyordu kedi gözü bir açlık... Kapılarımızın ardında aşk öksüz, sevgi yetimdi, dostluk kimsesiz...

Sesin doğrultusunda gidiyorum. Bir çağrı değil, yaşamanın anlamı... Kısa bir inilti, bir ağıt. Bir neşe seremonisi, bir sevgi serenadı, bir neşide, terennüm... Ufalanmış hücrelerimin arasında o ses. O sesin emrindeyim artık. Frekansı bana ayarlıdır. Ritimlerini nabzından alır. Mahşer doğrultusunda bir haykırış, bir sığınıştır bu. Bir vakitsiz doğuş... Bir uyanış. Yerinden kalkış...

Yorumlar

  1. Benzetmeleri ne güzel yapmış. Kedi gözü bir açlık mesela.

    YanıtlaSil
  2. kitap okumaya daha çok vakit bulduğumuz şu günlerde listeye eklenmeli

    YanıtlaSil
  3. Türk edebiyatından öyküler ilgimi çekti o kadar az Türkçe kitap okuyabiliyorum ki.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Poy Baharatı Nedir? Nerelerde Kullanılır?

  Merhabalar Baharat kullanmayı sever misiniz?

Kadir İnanır Kimdir?

 

Kolay Kredi Veren Bankalar

 

Ege Soley - Pazartesi Mektupları Kitap Alıntısı

 

6 Mantı

 

25 Mart 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Borsada Kredili İşlem Nedir?

 

Fatih Murat Arsal Tüm Kitap Yorumları