Ana içeriğe atla

Necati Göksel Röportajı

Merhabalar

Aralık ayının ilk haftası ve ilk yazar röportajıyla haftaya başlıyoruz.
Bu haftaki konuğum Sayın Necati Göksel. Keyifli röportajımızda güzel zaman geçirmeniz dileğiyle.

Yeni yazılarımda görüşünceye dek, mutlu ve huzurlu bir hafta sizlerle olsun. 

Hoşçakalın.

Necati Bey öncelikle bloğuma hoşgeldiniz. Bu güzel röportaj için şimdiden teşekkür ederim. Dilersiniz sorularımıza geçelim.

-Yazmaya ne zaman başladınız?
Okumayı söktüğümden beri bir şeyler karalıyorum. 12-13 yaşımda Ömer Seyfettin’den, 15-16 yaşımda başta “9. Hariciye Koğuşu” olmak üzere Peyami Safa’dan etkilenmiştim. Bu iki yazarın neredeyse tüm külliyatını okudum. 18 yaşımdan itibaren Jack London ve Kafka gibi yazarlardan etkilendim. İlk öyküm 18 yaşımdayken bir dergide yayımlandı.  Peşi sıra birkaç öyküm ve yazılarım farklı dergilerde yayımlandı. Kafka’nın Dava’sından etkilenip, benzer bir uzun öykü kaleme aldığımda 20 yaşımdaydım. Daha sonra beni en çok etkileyen yazar Çehov oldu. 

-Kitap ya da genel olarak yazma konusunu nasıl seçiyorsunuz? Etkileşim var mı? Yoksa tamamen tesadüf mü? Yani kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir? 
Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum aslında, binlerce sinir ucunuz olduğu gibi o sinir uçlarını okşayan, binlerce kaygı, üzüntü, endişe; mutlu anılar, merak ettiğiniz konular, düşleriniz, arzularınız, sizi tetikleyen olgular var. Samanyolunda gezintiye çıkmış gibi âlemin içinde seyir halindeyken ruhunuz, bir anlık görüntü, düşünce, okuduğunuz bir şeyin ateşlediği fikir aklınıza silsile halinde bir sürü düşüncenin yığılmasına sebep oluyor. O düşünceyi bir yere not ediyorsunuz bazen, çünkü ham bir düşünce. Yaşadıklarınız, kurduklarınız o düşünceyi bir şekle dönüştürüyor bazen. Bazen de, onu yazdığınızı bile unutuyorsunuz, tekrar o notla karşılaştığınızda “Unutmuşum,” dediğiniz oluyor, fakat o notu unuttuğunuz süreçteki birikiminiz o nottan bir tohum, o tohumdan bir fidan, o fidandan bir ağaç yaratacak kıvama getirmiş olabiliyor sizi. Kısacası çok boyutlu bir hal. 
Bazen yazmaya başladıktan sonra kitabın önceden hiç planlamadığım denizlere yelken açtığı olur. Saçma gibi gelebilir ilk cümle ama açılımı çok mantıklı: Birkaç satır yazarsınız, sonra onları yazmak zihninize önceden planlanmamış yeni fikirleri yeşertir. Bir de bakmışsınız ki, sırf yazılmış bir cümle bile, zihinde değil, kâğıttan size baktığında sizinle etkileşime girebiliyor. Yine de onu yazan sizin ilgileriniz, meraklarınız, hassasiyetleriniz. O sizden ayrı bir hal, bir oluş değil, sizinle yoldaş bir varoluş.

-Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazmaya devam eder miydiniz?
Aslında düz bir bakışla evet derdim. Fakat soruyu “kimsenin okumayacağını bile bile roman yazar mıydınız?” Diye sorsanız muhtemelen hayır derdim. Roman birileri okusun diye yazılır. Yazılmamış hali zaten benim zihnimde mevcut. Benim zihnimde bir top gibi iç içe geçmiş halde duruyor ama yazınca bir şerit gibi birbirini takip eden olaylar dizisi şeklinde biçimleniyor. Benim zihnimde yumak halindeyken ipten ipe atlıyorum ama okur için mantıklı bir silsile halinde kavranması lazım. Hepsini aynı anda benim gibi görmediği için edebiyatın temel kuralları devreye giriyor: Kahramanla tanışıyor onu zamansal ve mekânsal bir bağlama oturtuyor, diğer kahramanları tanıyor; akıp giden bir ırmak gibi. Oysa yazılmamış halinde ben hepsini tek zamanda, mekânda, bağlamda bir bütün olarak görüyorum. Dolayısıyla kimsenin okumayacağını bile bile roman yazmazdım. Fakat kimse okumayacak bile olsa kendim için, unutmamak için ya da hatırlamak için bile düz metinler yazabilirim.

-İlk kitabınızı çıkarmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?
TRT’de Gece Kahvesi isimli çok popüler bir program yapıyordum. Fakat Ankara’dan biri programa bir nedenle takmıştı. Programı Genel müdür de beğendiği için kah saatini, kah gününü değiştiriyor, ilgiyi azaltmak için elinden geleni yapıyordu. 2001-2002 yıllarıydı. Devlette liyakatin ölçüsü başarı bile olamıyordu. Sizi kıskanan, işinize çomak sokmaya niyetli birileri daima çıkabiliyordu. Oysa kâğıtla kalemin arasına benim zihnimin dışında kimsenin müdahale edemeyeceğini biliyordum. O ilk romanımı büyük sıkıntılar içinde yazdım, kitabımı yazmak için başında birkaç saatimi geçirdiğim bilgisayarımı adeta metresim olarak gören spiker bir eşim vardı. O roman büyük stres altında yazıldı. Çünkü kitabı bitirmeye çalıştığım süreçte ayrı bir evdeydim. Bilgisayarım da yoktu. Kalemle yazdım önemli bir bölümünü. Bir boşanma süreci de üstüne tuz biber ekti. Yine de 2003 baharında hazırdı. Yayınevlerine postaladım. 2004 Şubat ayında da yayımlandı. Belki bu yüzden romanın ilk baskısında duygusal boyut belki hiçbir polisiye de olmadığı kadar yoğundu. 

-İnsanların çoğu "hayatımı yazsam roman olur" der. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir? 
İnsanlar dramatik bir hayat yaşamışsa bundan roman çıkabilir diye düşünebilir çünkü dünyayı o dramın içinden görüyorlar. Dünya onlara baktığında ise o drama yerine, ezik, zavallı, ahmak ya da gerçekten bir kahraman görecekse bunu yazma süreci belirler. Yazmak sadece bir yetenek işi değildir, aynı zamanda bir birikim işidir. Koku alma duygusu gelişmeyen biri çiçeklerle ilgili sadece renkten bahsedebilir. Oysa yazmak bir sürü düşünce, hayal, arzu, çatışma ve benzeri olaylar örgüsünü güzel bir dilin içinden okura ulaştırmaktır. Aynı zamanda soyutlanıp yazdıklarına Tanrısal bir gözle tarafsızca bakacak kadar objektivite gerektirir. İyi yazanlar için gerekli şartlardan bahsediyorum. Türkiye özelinde söylersek, bu şartların hiç birini taşımayan baskılı kâğıt tomarları  “Ben kitabım; romanım, şiirim, anıyım” diyerek kasıntı kasıntı bazen rafların en üstündeki sırayı alabiliyor.

-Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Mesela hangi ortamda, hangi materyallerle, hangi müzikle ve nasıl bir coğrafya da yazmayı tercih edersiniz? 
Sessizlik isterim. Dış etkenler beni gerçekten etkiler. Örneğin bir çekim yapıyorsam bile reji odasında çıt çıksın istemem. Çünkü çekimin ritmini örneğin müziğin ritmine o sessizlikte uydurabilirim. Yazarken, bazen hafif müzik ya da klasik müzik bana eşlik edebilir ama genellikle sessizlikte daha rahat yazabilirim. Kesin bir kaide olmamakla birlikte genellikle gece kuşu olduğum için yazılarımı da en iyi gece yazarım. Birkaç gün uykusuz gün geçirirsem, sabah 4-5 gibi kalkıp erken saatte yazmak da hoşuma gider. Her yerde not alabilirim ama bütün derin düşüncelerimi bilgisayarımın başında evimde derin bir sessizlik içinde yazarım.

-Yazmak isteyen ancak nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için tavsiyeleriniz var mı? 
Yetenekleri varsa zaten ortaya çıkar. Durduramazlar onu. Yoksa hiçbir işe yaramaz. Bu ülkede yarayabilir ama. “Sen bensiz, ben sensiz; nedensiz” gibi her sayfasına aptal birkaç cümle serpiştirilen kitaplar milyon satıyor. Bu durumda bizim kamyon şoförlerinin bu kitapları yazanlardan da okuyanlardan da daha derin olduğunu söyleyebilirim, onların sloganları bile daha yaratıcı çünkü. İşin ciddiyetine gelirsek; yazmanın tek bir şartı vardır o da okumaktır. Kelimeleri iyi bilmek ve yerli yerinde kullanmak için iyi yazarları okumak bir ön koşul. Gerisi kişinin birikimi ve daha önce anlattıklarımla ilgili 

-Bir gün kurgu olmayan bir şey yazmayı düşünüyor musunuz? 
Yaşadıklarımı yazıyorum. Otobiyografi yazıyorum ama o kadar aralar verip, tekrar yazıyorum ki, umarım ölmeden bitirebilirim. Oğluma söz verdim çünkü. 

-Bir yazar olarak okuduğunuz ve beğendiğiniz yazarlar kimler?
Anton Çehov, Franz Kafka, Jack london, Luigi pirandello… Victor Hugo gibi romantikleri de çok severdim. Peyami Safa, Refik Halit, Orhan Pamuk.

-En son hangi kitabı okudunuz?
Gömülü Dev, Ken Parker  Çizgi Roman Özel Seri 9 ve Pesoa Pessoa’yı Anlatıyor. Aynı anda birkaç kitabı okuduğum için böyle oluyor.

-Yayımlanan yedi kitabınız var. Son kitabınızın yayımının üstünden oldukça zaman geçmiş. Yakında yeni kitap veya yeni projeler var mı?
Bir kitap zaten bir yılda yazılır. Benim son romanımdan bu yana çok zaman geçmedi; 1 yıl geçti. Yani normal olarak bir yıl sonra yeni bir kitabım daha çıkabilir. Kesin konuşmuyorum çünkü şu an bir yayınevine bağlı değilim. Önce bir yayıncı bulmam lazım. Bu yayınevinin de kitabın kalitesini satış arzusunun önüne geçirmeyecek kadar değerli bir yayınevi olması gerekiyor. Arada zaten bir derleme de bir öyküm yayımlandı kısa süre önce. Ayrıca dedektifdergi.com adresinde ara ara öykü yayımlamaya devam edeceğim.

-Asıl mesleğiniz nedir?
Yazar ve Yönetmenim. Program yapıp yönetirken de kendi programlarımın skeçlerini ya da metinlerini yine ben yazardım. Eğer neyin eğitimini aldığımı merak ederseniz, Siyasal Bilgiler Fakültesi Mezunuyum.

-Kitaplarınızda yayımlandıktan sonra şunu yazsaydım ya da şunu yazmasaydım dediğiniz oldu mu?
Hep olur. Oluyor, olmaya da devam edecek. Biliyorsunuzdur; Franz Kafka yazdıklarını hiç beğenmezmiş. Bu yüzden öldükten sonra yok edilmelerini vasiyet etmişti. Arkadaşı onları yayımlatınca da dünyanın en büyük yazarlarından biri oldu. Bence böyle karşılanacağını bilseydi zaten o vasiyeti vermezdi. Yahya Kemal Beyatlı’nın yaşarken yayımlanmış hiç kitabı yoktu. Çünkü şiirlerini sürekli yeniden yazardı; beğenmezdi. Bense yazdıktan sonra yeni baskıları olursa beğenmediğim yerleri değiştiriyorum. Adını söylemeyeyim ama adeta yeni baştan yazacağım bir romanım var.

-Yazmadığınız zaman ne yaparsınız?
Film seyrederim, seyredecek film bulursam. Giderek son yıllarda iyi film sayısı düşüyor. Genelde yabancı filmler seyrederim ama en beğendiğim yönetmenin Nuri Bilge Ceylan olduğunu, onun bazı filmlerini bütün olmasa da bölüm bölüm onlarca kere seyrettiğimi, milletin çok sıkıldığı bir sürü sahnede çok eğlendiğimi belirteyim. Bana göre Nuri Bilge Ceylan yaşayan en büyük yönetmenlerden biridir. İnanılmaz detaycıdır. O incelikleri görebilmek için de seyircilerin Çehov inceliğinde adamlar olması gerekiyor. 

-Hayatınız boyunca yaşadığınız pişmanlık var mı?
Var epeyce, ama en önemli bir tanesi bundan 10 yıl önce sinema sektörü filmden dijital teknolojiye geçtiğinde film çekmemiş olmamdır. Diğeri ise ilk kitabımı en azından bir on yıl önce çıkarmamış olmamdır. TV’de çalışmaya başladıktan sonra 10 yıldan fazla kendimi oyaladım. En önemli pişmanlıklarımdan biri de bu kadar kötü yayınevi varken, yirmili, belki otuzlu yaşlarımda bir yayınevi kurmamış olmamdır. Tamam, koşullarım çok sıkıntılıydı ama o zaman bu işe başlamak da şimdikinden daha az sermaye istiyordu.

-Ulaşamadığınız biri ile sohbet etme şansınız olsaydı bu kim olurdu? Neden?
Kendi gençliğimle konuşma yapmak isterdim. O zaman arzuladığımız şeylerle o arzuya kavuştuğumuz anda ortaya çıkan durumların yol açtığı yanılsamalardan söz etmek isterdim. Kendimi yapmamaktan pişman olduğum konulara yönlendirirdim. Fakat en önemlisi hayatımda zaman kaybına yol açan, çok acı veren kimi insanlar konusunda uyarırdım. Belki o zaman 20 yıla yakın bir zamanı geri alabilirdim. Boşa harcanmamış bir 20 yılım olurdu.

-En büyük korkunuz nedir?
Ölmek de dâhil, hiçbir korkum yok.  Çünkü yaşarken birkaç kere öldüm ben, mecazen anlayın bunu. Ölmenin ne olduğunu biliyorum. Fakat ben yaşarken beni öldürenlerin öldüğünü gördükten sonra ölmeyi dilerim, öyle bir şey dilemek mümkün olsa. Gizli kapaklı konuşmak gibi olmasın: Ölmekten beter durumlar yaşadım. Üstelik bunu hayatım boyunca birkaç kere yaşadım. Onları yaşamaktan pişman değilim. Sadece biraz daha erken yaşlarda yaşamış olsaydım, kaşarlanır en azından tekrar bu tip insanlara ve hatalara geçit vermezdim. Bahsettiğim çok büyük iyilik yaptığımı düşündüğüm korkunç insanlar. 10 yıl öncesine kadar bana hayattaki en önemli iki şeyi sorsanız vefa ve merhamet derdim. Yaşadıklarımdan sonra bu iki şeyin sadece benim hayal dünyamda mevcut olduğuna inandım. Ben, kendimi Kieslowski’nin Red (Kırmızı) filmindeki Valentine karakterine çok benzetirim. O karakter kadar iyilik perisiydim ben. Sonra beni şeytan çarptı..

-Hayatta en çok kıymet verdiğiniz kişi?
Benim aynı zamanda en iyi arkadaşım: Oğlum.

-Günümüzde gençlerin sosyal medya sitelerinde çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Benim 18-20 yaşlarında olduğum bir dönemde telsiz kullanımı halka da açılmıştı.  Halk bandı diye ayrı bir frekans vardı. Birileri evlerine telsiz cihazları almışlardı. Bir gün FM bandında böyle bir konuşmayı dinledim: Kız, “arkadaş arıyorum” diye defalarca anons yaptı. Sonra ona başka biri yanıt verdi. Ben de bir süre bu konuşmaları, FM bandından her nasılsa dinledim. Ondan önce mesela insanlar arkadaş olmak için rumuzla gazetelerin arkadaş bulma köşelerine yazarlardı. O rumuza cevap veren olursa, mektupla iletişim kurarlardı. Yani teknoloji bir ihtiyaca cevap verir, aynı zamanda kendi başına bir ihtiyaç yaratır. “Şu internet ya da cep telefonları olmadan ne yapardık?” diye soruyor bazen insanlar. Büyütülecek bir konu değil. Şu anda aniden taş çağına dönsek biraz acı ve sıkıntı çekse de herkes mecburen uyum sağlar. Uyum evrenin ve evrimin kuralıdır. Eskiden ayda yılda bir mektup yazılırdı. Şimdi insanlar yazıyı aslında eskisinden daha çok kullanıyorlar internet ve aplikasyonlar sayesinde. Benim gibiler noktasına virgülüne dikkat ederek kullanıyor, ötekilerse dili katlederek kullanıyor; mektup çağında da bu böyleydi fazla kafaya takmamak lazım. Beni rahatsız eden, son romanımda da değindiğim üzere, özel bir mekâna zaman geçirmek için giden insanların, mesela sevgililerin aslında o özel zamanı telefonda ona buna yetişmeye çalışarak katletmeleri. Benimle iş görüşmesine biri gelse ve ona ayırdığım birkaç dakika için telefonunu kapatmamış olsa muhtemelen işi kaybederdi. Nezaket, görgü eskiden olduğu gibi şimdi de geçerli. Yoksa cihaz kendi başına birçok ihtiyacı karşılıyor. Önemli olan teknolojiyi kullanma görgüsü edindirmek.

Necati Bey keyifli bir sohbet oldu. Umarım ilerleyen zamanlarda sizi yine bloğumda konuk edebilirim. Zaman ayırıp röportaj yaptığınız için tekrar teşekkür ederim. Yolunuz açık, okurunuz bol olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Poy Baharatı Nedir? Nerelerde Kullanılır?

  Merhabalar Baharat kullanmayı sever misiniz?

Kadir İnanır Kimdir?

 

Kolay Kredi Veren Bankalar

 

Ege Soley - Pazartesi Mektupları Kitap Alıntısı

 

25 Mart 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Aşkın Nur Yengi - Haberci

 

6 Mantı

 

Borsada Kredili İşlem Nedir?