Ana içeriğe atla

Uğur Deveci - Buzdan Top

Uğur Deveci Buzdan Top

Halil, küçürek kamyonetine her bindiğinde, kontağı çevirir çevirmez ilk iş olarak -gideceği yer uzakmış yakınmış fark gözetmeksizin- oto teybinin içinde hâlihazırda bekleyen kasetin A yüzünü başa sarar, birinci şarkının ilk notalarını duyana kadar da asla yola çıkmazdı. Çocukken dinlediği şarkının sözlerindeki alıcı kuşları, halıcı kuşlar anladığı için. “Ne komik şarkı.” diye geçirirdi içinden. Aslının halıcı değil alıcı, alıcı kuşun da yırtıcı, avcı kuş anlamına geldiğini öğrendiğindeyse. “Ne psikopat şarkı lan bu,” demişti. “Lan bu’dan da anlaşılacağı üzere, bunu ancak yirmi yaşına geldiğinde öğrenmiş, aynı dönemde babasından gizli ağır vasıta ehliyetini bile almıştı. Ehliyeti gizli gizli alma sebebi, babasının bulduğu her fırsatta, usanmaksızın sen doktor, mühendis ya da mimar olacaksın diye başında boza pişirmesiydi.
Oysa Halil’in çocukluk hayali, karbeyaz gömleğinin üzerinden akan lacivert beyaz çizgili kravatı, jilet gibi ütülenmiş lacivert pantolonunun altında pırıl pırıl siyah kösele ayakkabılarıyla Varan Turizm’in ilk göbeksiz kaptanı olmaktı. Bunu memur babasına ilk söylediğinde ensesine yediği şaplak bile Halil’i bu düşünden vazgeçiremedi, aksine daha da kararlı davranmasına sebep oldu.
Hayalini gerçekleştirmek için önünde engel olan askerliğini koca koca haki kamyonların tepesinde bitirip döndüğünde Varan Turizm’e girmeyi başaramadı Halil. O da -ensesine şaplak atmasına bakmayın- aslında iyi bir insan olan babasının verdiği parayla bir kamyonet aldı.
Akıllı insandı Halil, bu yüzden de alelade bir kamyonet almadı. Sordu, soruşturdu ve en sonunda frigorifik kasalı bir kamyonet aldı. Sonra da, “Frigorifik, halıcı kuş kadar saçmaymış,” diyerek ve de kendi kendine gülerek ekmek teknesine Karbuz ismini koydu. Hatta kamyonetinin, namı diğer Karbuz’un dışını sırf bu yüzden deseniyle beraber karpuz yeşiline boyattı. Kasanın içini de kırmızıya boyatmak istemişti ancak bu teknik olarak mümkün olmadığı için, “Ne yapalım, bizim Karbuz da kelek olsun,” diyerek beyaz kalmasına razı oldu.
Bin dokuz yüz doksan dört yılının on dört temmuzu, sabah beş buçuk suları, Halil, Karbuz’un sırtında çikolatalı, kaymaklı, çilekli, muzlu dondurmalar, yanındaki genişçe koltuktaysa hiç hesapta olmayan iki yolcusuyla beraber Merter’deki dondurma imalathanesinden yola çıktı. Hâllerine çok üzüldüğü, biri yaralı diğeri telaşlı iki yolcusunu Kocamustafapaşa’da gidecekleri apartmanın önünde indirip, İstanbul’dan Ege’ye doğru yola döküldü.
Saat sekize gelirken acıktı. Orhangazi’yi yeni geçmişti. Tepesinde koca koca harflerle Türkiye’nin En İyi Altıncı Çorbacısı yazan yol üstü lokantada durdu fakat çorba içmedi. Onun yerine üç beş zeytin, ince bir dilim peynir, yanına da sucuklu yumurta istedi. Peynirin yanında gelen domatesleri yedi fakat salatalıklara dokunmadı. Çay sevmediği için sabah sabah kola içti. 
Kahvaltısını yapıp, ağzında sucuklu yumurta tadıyla kamyonetine özel olarak taktırdığı, Neoplan marka otobüsten sökülmüş koltuğuna tekrar kuruldu. Torpidoyu açıp, inerken çıkardığı lacivert beyaz çizgili kravatını geri aldı. Karbeyaz gömleğinin yakalarını kaldırıp, elindeki kravatı itinayla boynundan geçirerek yerine yerleştirdi, yakalarını da aynı özenle indirdi.
Ne de olsa insan hayallerinden öyle kolay kolay vazgeçemiyor, isterse hep çocuk kalabiliyordu.
Kravatını takıp kontağı çevirince her zaman yaptığı gibi bol ışıklı oto teybinin içindeki kasetini başa sardı. Sabah yaşadıklarından dolayı epeyce keyifsiz de olsa kaseti döndürecek tuşa bastı. Yola çıkmaya hazırdı artık. Aynadan yolu iki kere kontrol edip, boş olduğunu görünce devam etti. Daha üçüncü vitese anca geçmişti ki sucuk kokan ağzından dolu dolu, kocaman bir, “Hassiktir!” çıktı.
Yolun sağına yanaşıp yavaşladı, bulduğu ilk cepte durdu. Telaşla aşağı indi. Karbuz’un arka kapısını açtı. Kasanın içinden gelen kar ayazı yüzüne vurdu. Kapağı her açtığında yüzüne vuran soğuk esintiye alışıktı Halil. Üstelik aylardan temmuzdu ve vakit henüz sabahın dokuzu olmasına rağmen hava epeyce sıcaktı. Böyle günlerde kapağı açtığında çehresine vuran serinlik onu üşütmez, aksine ferahlatırdı. Bu sefer öyle olmadı, dondurma kutularının önünde duran siyah poşeti görünce kanı dondu.
Birkaç saat önce, gidecekleri yere bıraktığı yolcular Karbuz’dan acı ve telaşla inerken, içinde avuç büyüklüğünde dört adet buz kalıbı olan poşeti almayı unutmuşlardı. Korktuğunun başına geldiğini görünce hemen kasanın kapağını kapattı. Sonuçta dondurmaların da, poşetin içindeki buz kalıplarının da erimemesi gerekiyordu. 
Ne yapacağım bilemedi.
“Geri dönsem başka dert, dönmesem başka dert. Yolda polis durdursa, yükümü kontrol etse, poşetin içine baksa, bunlar ne diye sorsa, ne cevap veririm?” diye sıraladı içinden.
Maliye’nin kontrol noktasına da çok az kalmıştı.
İlk olarak buz kalıplarını gizlemeye karar verdi. Peşinden de koşa koşa gidip torpidoda duran kalemini aldı. Dönüp tekrar kasayı açtı. Sıra sıra dizilmiş dondurma kutularından birini çekti. Kutuyu dikkatlice açıp içinden bir kornet çıkardı. Onu aldığı yere göz ucuyla baktığı kalıplardan birini sıkıştırdı. Kutuyu kapattı. Üzerine kalemle yüzük yazdı. Sonra diğer kutuyu açıp aynı işlemi yaparak, onun da üzerine işaret yazdı. Diğer kutunun üzerine koydu. Sonra bir tane daha, ona da orta yazıp, dördüncü kalıbı almak için artık iyice buza kesmiş, üşüyen elini torbanın içine soktu. Kalıplara uzun süre bakmaktan hem korktuğu hem de yüreği kaldırmadığı için bu işi el yordamıyla yapıyordu.
Dördüncüyü, serçeyi bulamadı.
Torbanın içini dip köşe yoklayıp, orada olmadığından iyice emin olduğunda, “Belki de yolda sarsıntıdan düşmüştür.” diye düşündü. Bu sefer elini kasanın soğuk zemininde, torbanın sağında solunda gezdirerek aradı, bulamadı. Mecbur kalınca yüzünü içeri döndürdü. Her yere baktı, serçe ortada yoktu.
Sanki pır uçup gitmişti.
Kasayı kapattı. Donup çaresizce şoför koltuğuna oturdu Kontağı çevirdi. Kaseti başa sardı. Tuşa bastı. İlk benzincide ankesörlü telefon bulmak umuduyla tekrar yola döküldü. Çıktığı yokuşun sağ tarafında kalan ormanın üzerinde kanat çırpan alıcı kuşuysa telaşından göremedi Halil. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Blog Keşif Etkinliği

Merhabalar Malum artık annemle birlikte blog yazmaya başladık. Böylesi belki de daha iyi olacak. Omuz omuza, anne-oğul birlikte daha güzel şeyler yapabilmek adına tek blog, tek yürek olarak yolumuza devam etmeye karar verdik. Annem benim her daim hep ve tam destekçim. 

Fatih Murat Arsal Tüm Kitap Yorumları

Simitli Tost Ve Yumurta Tarifi

Merhabalar Evimizin karşısında bir simit fırını var.

Poy Baharatı Nedir? Nerelerde Kullanılır?

  Merhabalar Baharat kullanmayı sever misiniz?

Islak Saçlar Ve Zararları

Merhabalar Çoğumuz ıslak saçların zararlarını bilmiyoruz.

Erdoğan Karabıyık - Urla Esintileri

Cemil Kavukçu - Yalnız Uyuyanlar İçin Kitap Alıntısı

Duygu’nun dudağında hafif bir büklüm oluşuyor.

Sürprizimi Açıklama Zamanı

Merhabalar Dün duyurusunu yaptığım sürprizin geldi çattı açıklanma zamanı. Benim için çok heyecan verici bir proje olduğunu kabul ediyorum. İçim içime sığmıyor desem yalan olmaz hani. O kadar heyecan yaptım. Allah'ım utandırmasın inşallah.

Saray Sarma (Paşa Lokumu)

Merhabalar Geçenlerde şirketimizin yanındaki şirkette çalışan bir arkadaş saray sarması ya da diğer adıyla sultan lokumu yapmış.

İrmikli Toplar

Merhabalar Bizim ev halkının hiç içi almadığından hiç de sevmezler böyle tatlı falan.