Ana içeriğe atla

Behçet Çelik - Patikaların İyi Yanı Kitap Alıntısı

Seyrelme Telaşı
Şehrin tozunun güneşe ait zannedildiği saatler. İnsanlar, binalar, araba, otobüs, seyyar tabla, silme vasıta, köprü, viyadük, sokak hayvanları, hepsi siluetlerinden ibaret. Tam bu saatlerde ezkaza başını işinden gücünden kaldırıp az öteye bakanlar aynı anda hem bir boyutun eksildiğini fark ediyor hem de gözlerini alan ışık sağanaklarıyla yitirilenlerin yeryüzüne yeniden, belki de çoğalarak ineceği beklentisine kapılıyor. Telaşlı bir umut yalayıp geçiyor yüzlerini. Güneş tozları büsbütün indiğinde, avuç avuç su serpilmiş gibi dükkân önlerine, siluetler arasından bambaşka bir şeyler çıkıp gelecek ya da pencerelerin kanatları aralanacak, kapılar açılacak – biz geçeceğiz. Oysa her seferinde aynı karanlık iniyor. Aynı karanlığın her seferinde ineceğini unutmayanlar için bu saatler geçmek bilmiyor, gölgeler gibi uzadıkça uzuyor. Beklentileri boşa çıkanlar onlar kadar kırılmıyor. Hiçbir şey beklemeyenlerse –unutmadıkları için– akşam indiğinde aynı kederi soluyor: Hiçbir şey olmayacak. Çağla da bunu öğrenenlerden. Az önce sigara almak için çalıştığı işyerinin bulunduğu binadan çıktığında caddenin iki tarafında bitişik düzen yükselen, kararmış, geçirimsiz kale duvarlarının arasından ufka doğru yol boyu akan turuncu seli fark etti. Bilhassa bu mevsimin yağmursuz ya da yağmur sonrası akşamüzerlerinde güneşten tuzaklar kurup bekleyen sinsi boşluğu sezdiyse de kaçırmadı gözlerini, bağışıklık kazanmak istercesine bir süre kımıldamadan durdu. Yavaş hareketlerle bir sigara yakıp cadde boyu sıralanan dükkânların önlerine uzun uzun baktı – güneşten, tozundan, selinden sakındı, ne olur ne olmaz! Gün boyu türlü çeşit renk kuşanan, bütün o irili ufaklı tekerlek, bisiklet, hırdavat yığınları, kumaş parçası dolu sepetler, askılarda sersem sepelek sallanan montlar, yağmurluklar, avcılık malzemeleri, oltalar, zıpkınlar, ta en uçta sallanan telleri sökülmüş bağlamayla sırmalı bando sopası tek bir renkte buluşmuştu. Caddeden geçen insanlar gibi, binaların çoğunun onlarca yıldır güneş değmemiş kuzey taşlarının rengindeydiler. Nihai renk gece diye düşündü, toprak değil. Toprak her zaman bir kılıf, tohum için de, ömrü billah bir daha açmayacak olana da. Bu sıralar güneş, Çağla henüz işteyken tozlarını yeryüzüne serptiği için nadiren karşılaşıyor bu manzarayla – bir-iki aya kalmaz iş çıkış saatlerine denk gelecek, o zamana kadar nasılsa efsunlanır. Çalıştığı işyeri dar bir binada uzunlamasına bir daire, sadece patronu Nezih Bey’in odasında caddeye bakan pencereler var. Sigara içmeye çıktığı mutfak balkonu günün hiçbir saatinde güneş almayan, çerçöp dolu, yedi sekiz binanın arasında sıkışıp kalmış izbeliğe bakıyor. Arka odanın penceresi de sakinlerinin gün içinde açık hava deposu gibi kullandığı kör bir sokağı görüyor, birazcık sağa doğru sarkmayı göze alırsa atkestanesi de giriyor manzaraya. Çağla’nın masası kapıya yakın, her tarafı lambri olan girişte, bir kısmı dolap, bir kısmı sadece kaplama. Penceresi yok, bir oda da değil zaten, geçiş yeri – pek kimse geçmese de. Başı sonu belirsiz bir yolun ortasında hissediyor kendisini. Şikâyetçi değil. Bazen başka işyerlerinde çekilmiş fotoğraflar görüyor, onlarda da güneş olmuyor, ama bütün mekânlar parlak, ışıltılı o karelerde, bir şeyler sonsuzca yansıyarak çoğalıyor. Koyu kahve ahşabın ışığı soğurmasından hoşnut. Eskiler işi biliyormuş. Pırıltılı mekânlarda insan sıkılamaz ya da başka türlü, dağılarak sıkılır, parçalarını aramakla, toplamakla oyalanır. Ahşabın altında kendisini daha masif hissediyor Çağla. Seyrelmek istemiyor, yok olmak gibi bir şey bu onun için, dağılmak, ortalığa saçılmak, bir daha toparlanamamak. Hücrelerinin arası açılıyor sanki, az yaşamadı bunu vaktiyle, öyle bir seyrelmek, belki daha da içerilerde, atomların arasında, mümkün değil biliyor, bilmenin yetmediği yerlerde çok zaman, bilmenin kesmediği. Göğüs boşluğunun büyüdüğünün, kucaklayabileceklerinden fazlasını o boşluğa almaya can attığının farkında, hiç huzuru kalmıyor bütün boşluklar genişleyip büyürken, sesler yankı yapıyor, kulağında değil, dışarıdan da gelmiyor, kanının akışını duyacak, giderek yükseliyor, bunun da olmayacağını biliyor. Bilmenin hiçbir şeye yetmediği yerlerde çok zaman. Ramak kalmış zannediyor her şeyin şeklini –bir önceki kargaşada çizilmiş sınırlarını– ya da kaskatılığını –boynunun büküklüğünü– yitirip –ne büyük lütuf maddeye– bir büyük eriyikte birleşmesine. Çökmüş tepelerden, derinleşen yarlardan –yaralardan–, keskin uçurumlardan akacaklar. Lavdan şelaleler gibi, büyük bir ateşte birleşmeye azmetmiş, yakmadan ama içine alıp aleve keserek. Dev çukurlar açılacak akarak ayrıldıkları yerlerde, o çukurlar birer birer kenarlarından, çeperlerinden kendi içlerine çökecek, çukurlar böyle akacak, her biri önce kendisini dolduracak – yeni bir kamaşmanın arifesi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Monica Mccarty - İskoç Esareti

Merhabalar İskoç kitaplarını sevmeme neden olanlara selam olsun. Normalde okuyacağımı düşünmediğim İskoç kitaplarının şu anda hastası olmuş durumdayım. İskoç Esareti'de bu kitaplardan birisi.

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi

Piyasalarda Bugün: 26 Nisan 2024

 

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Bedelli Sermaye Artırımı Nedir?