Ana içeriğe atla

Ayla Kutlu - Sen de Gitme Triyandafilis Kitap Alıntısı

Sabah ev birbirine girdi. Triyandafilis bulunamıyordu. İşler bırakıldı. İkizler dışında herkes evden dışarı uğradı. Bahçe kapısı aşçının konuk yeğeni tarafından açık bırakılmıştı. Öteki çalışanların akıllarına kontrol etmek gelmemişti. Çünkü hem çok işleri vardı, hem de Matmazel Triyandafilis ne zamandır sabahları erken kalkmıyordu. Herkes bir yana seğirtti. Erkekler uzaklara, köprüye, Harbiye yoluna doğru koşarak uzaklaştı. Kadınlar daha yakınlara dağıldı. Teodora üzüntüyle dönerken, komşu evin bahçe sundurmasının altında gördü kızını. Evden on adım uzaktaydı. Paslı bir gaz tenekesinin üstüne oturmuştu. Pierre önünde diz çökmüştü. Kızın elleri delikanlının avuçlarında. Pierre bu küçük, yumuşak, beyaz elleri öpüyor, “Seni seviyorum,” diyordu. “Seni seviyorum, seviyorum, seviyorum...” 
Triyandafilis yalnızca gülümsüyordu. Delikanlı kızın Fransızca bilmediğini düşünüyor, ondan söz söylemesini beklemiyordu. Gülümsesin, yeter. Bir de... Ellerini almasın avucundan. Bir çift yavru güvercin olan ellerini. 
Teodora gidemedi kızının yanına. İkisi de saf, temizdi. Kendini kötü yürekli bir cadı sanacaktı karşılarına çıkarsa. Eliyle işaretleyerek birini çağırdı. Sultan’dı koşan. Belki anası kadar telaşlı ve ürkekti. Gitti. Triyandafilis'in omzuna dokundu. Kız direnecek oldu. Sultan annesini gösterdi. Boynunu büktü o zaman. Pierre'i unutup ellerini çekti, yürüdü. Pierre bakımsız bahçenin eski tarhlarına basarak kaçtı gitti. 
Gaz tenekesinin üstünde pembe ve kırmızı sardunyalar kaldı. Sultan gülümsedi. Bu Fransızlar tuhaftı. Kıza bu adi çiçekleri toplamış. Burada, mezarlıklarda biten bu çiçeklere kimse el sürmezdi.
Ev yaşanmaz oldu. Her şey ortadaydı. Herkesin gözü, bir anlık hatanın yapılmaması için Triyandafilis'in üzerindeydi. Triyandafilis zorla yemeğe oturtuluyor, zorla yatırılıyordu. Hep pencerenin önündeydi. 
Mösyö Antuvan işleri yüzünden Beyrut'ta takılıp kalmıştı. Asker Hatay’a girdiğinde, Fransızların bir kısmı çekilmişti Suriye’ye. Teodora, şurada üç beş gün kaldığı için kızının üstüne çok varmıyordu. Kendilerini Beyrut’a attıklarında, Pierre gibi küçük askerciklerin yanından geçmeye kalkışamayacakları bir konakta oturacaklardı. Triyandafilis biraz daha özgür olacaktı. Korusu, ahırları, arabalığı, şaraphanesi ile bir ülke kadar büyüktü yeni evleri. 
Sultan eşya toplarken akşam alacası içinde Triyandafilis’i gördü. Pierre camın önündeydi, ağlıyordu. Elini cama sürüyor, parmaklarını demirlerin arasından geçiriyor sayıklar gibi sürekli konuşuyordu. Triyandafilis'in gözyaşları yanağından göğsüne damlıyordu. 
“Ne pars pas...” 
Sultan kalakaldı. Kız acı çekiyordu. Dayanamadı. Sokak kapısını açtı. Triyandafilis’e, “Haydi,” dedi. “Git vedalaş arkadaşınla.” 
Kız fırladı. Koştu Pierre’in boynuna sarıldı. İkisi sarmaş dolaş sundurmanın altına gittiler. Kapıyı ardına kadar açık bıraktığını unutan Sultan onları izledi. Pierre ellerini öpüyordu kızın. Kalktı, beyaz bir sardunya dalı kopardı, kızın saçına taktı. Yanağını, sonra da dudağını öptü. Sultan, Pierre’in zevksizliği yüzünden yere tükürecekken gözü Triyandafilis’e ilişti. Çiçek kıza çok yakışmıştı. Yutkundu. Birbirleriyle itişiyorlardı. Bir ara Triyandafilis Pierre’i düşürdü. Kahkahalarla gülünce Pierre küstü, gidecek gibi birkaç adım attı. Ardından koşup yetişti Triyandafilis. Sarıldı. Kollarını bastırarak delikanlının gövdesini sımsıkı tuttu. Güldü: 
“Ne pars pas...” dedi. 
Güneş batıyordu. Bin sarı, bin turuncu, bin kızıl çiçeği birleştirip batıya doğru götürüyordu güneş. Hafif bir yel çıktı, her yan ful ve yasemin kokuyordu. Sultan, “Sevda için her şey hazır,” diye düşündü. “Zavallı yavrum, sen ne olsa mutsuz olacaksın...” 
Pierre saatine bakmayı akıl etti. Çok geç kalmıştı. O telaşlanınca Sultan da telaşlandı. Koştu, bir an bile yalnız bırakmadı Triyandafilis’i. Sarıldı. Palaskasını tutarak kasaturasının çarpmasını önlemeye çalışan Pierre de karanlıkta önüne bakmadan koşuyordu. Sultan içinden yükselen ağlama isteğini kırdı. Korkusu ağır bastı, kızı çekerek eve soktu. Kapıyı kapadı. Hemen oracıkta duran hurcun üstüne oturttu. Triyandafilis Sultan’a baktı. Dudakları titriyordu. Sultan mutfağa giderken yavaşça seslendi:
“Gitme...” dedi. 
“Ama yavrum işim var.”
“Gitme...” 
Söz değildi bu. Kendini vermekti, bırakmaktı. Çaresizliğinin farkında olmaksızın çaresizliğinin giderilmesini istemekti. Sultan bu söz aklına geldikçe bütün gece ağladı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Yeni Bir Yıla Merhaba Derken....

 

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi