Ana içeriğe atla

Jachym Topol - Melek Kavşağı Kitap Alıntısı

Yatek bir kütüphanede büyümüştü. Herhalde gerçek yaşamın kendisine sonradan zor gelmesinin asıl sebebi de buydu. 
Bağımsızlığa hasretti, tabiri caizse: Sonbahar göğünde uçan turnaların bilinmeze duydukları özlem gibi. Elbette, turnaların soluk gözlerini esrarengiz bir biçimde gizleyen donuk bir zar ve bununla birlikte, kanatları ve genlerine programlanmış uçuş rotaları vardır; Yatek bir anlaşılmazın içinde kaba bir sırıtış ve bir çift sol el ile duruyordu.
Çocukluğunu unutmuştu, gençliğini içgüdüsel olarak polisten kaçmakla geçirmiş, öylesine geçen ilk gençliğini şimdiki haliyle değiştirmişti. Girdiği çeşitli işler, can sıkıntısı, eziyet ve onu ilgilendirmeyen veya rahatsız eden insanlarla zorunlu ilişkilerden oluşan bulanık bir lekeye dökülmüştü. Mümkün mertebe çalışmıyor, yaşamı izliyor, sokak köşelerinde sürtüyordu.
Bir zamanlar beşiğinden heyecanla izlediği, baba, anne ve çocuk modeli aileden, göz açıp kapayıncaya dek, hık demeye kalmadan ayrılmıştı. Arada sırada telefonlaşırlardı. Yatek bir kulübeden arardı. Genelde bir şeye ihtiyacı olduğu zaman. Genelde paraya. Ama kantarın topuzunu kaçırmıştı ve aile desteği, Yatek'in bilincindeki sonsuzlukla eşdeğerli yadigâr antika duvar saati durmuşçasına, aniden ve kararlılıkla kesilmişti. Aslında sözünü etmeye değmeyen bu paraları almakla, anne ve babasına hiç olmazsa hayatta olduğuna dair bir kanıt sunduğunu biliyordu. Paranın kaynağı kuruduğu anda, mantıken, yaşıyor veya ölü olmasının bu ikisinin umurunda olmadığı sonucunu çıkardı.
Bu, bir sonbahar sabahı olmuştu. Telefon kulübesinde öfkeyle bağıran kişinin yanından ürkek bir gölge ayrıldı. Yatek hoparlöre küfrediyor, yanındaki sevgilisi onu terk ediyordu. Sonuncuydu. Birkaç ay sonra ismini bile hatırlamayacaktı.
Kulübede yalnız kaldı. Olsun, dedi kendi kendine. Cama yaslandı ve derin bir nefes aldı. Daha kendi yalnızlığıyla, ruh karışıklığıyla, gerçek zulümle karşılaşacak, ölüm kokusu soluyacaktı. İnanç ile bir güreş bekliyordu onu, umuda rastlayacaktı. Bütün bunlar onu bekliyordu ve o bunu bilmiyordu. Ama bir şeyler sezinliyordu. Havada bir koku vardı.
Yeni işi, başlangıçta ona bayağı eğlenceli gelmişti. Kitaplarda, buna benzer bir şeye hiç rastlamamıştı. Fakat çok geçmeden işin ne kadar berbat olduğunu, şimdiye dek yaptıklarının en beteri olduğunu anladı, bu iş, saf alevler ve dehşetengiz cürufun en güçlü aşırılıklarını alıyor, kazanların çevresinde dolanan herkesi, önce yaralıyor, sonra yok ediyordu. Fabrikanın kazan dairesinde gerçek bir ucube takımının çalıştığım anlaması uzun sürmedi. Başlangıçta kendini düşman topraklarında bir casus gibi hissediyordu. Ta ki tekdüzelik her şeyi esir alana kadar.
İlk gün, güya onun şerefine kazana bir kedi attılar. Miyavlayamadı bile, ete kemiğe bürünen alevler sessiz bir cızlamayla sıska vücudunu anında yuttu. Dışarı çıktı. Çekip gitmek geldi aklına. Geri döndü. Ona güldüler. Aldırmamak olmazdı, belli belirsiz bir şeyler geveledi... Kömürleri tırmıkla süpürüyorlardı, süpürge olsa ilk kordan alev alır, bir meşale gibi yanardı. Bunu ona açıklamışlardı.
Ama alevleri izlemeyi seviyordu. Kazanlar fırına benziyorlardı, her biri ısıya dayanıklı tuğlalardan yapılmış, çelik kaplama bir fırındı. Alevleri izlemeyi seviyordu, ışıltılı korları beslemek için kazan kapağım her açtığında dışarı püsküren alevin, o ateşten dilin önünden sıçrayarak kaçmayı seviyordu.
Bir zamanlar kitaplar, odasının duvarları boyunca raflarda dizili dururdu, kitaplık odasının tek penceresini de kapatmıştı. Odası hep loştu, belki de bu yüzden sabahın dördünde işe gitmek üzere kalktığında çocukluğunu anımsıyordu. Loşluğu hatırlıyordu.
İş ağırdı, elleri kısa bir süre içinde su toplamış ve nasır tutmuştu. Bazen elinde kitap, kazanların üzerindeki platforma çıkıyordu, fakat okuduğuna dikkatini vermek hiç mümkün değildi. İşçiler okuduğu için onunla alay ediyorlardı. Sadece ibnelerin kitap okuduğunu söylemişti biri. Platforma tırmandığında ona kömür fırlatıyorlardı. Bazen platformdaki çelik plakaların arasında beyaz bir köpük görüyordu. Bu, zehirli buharın tortusuydu. Yukarıda uzun süre kalsa uyuyakalabilirdi.
Orada hep bir cehennem sıcağı olurdu, aşağıda ise dev vantilatörlerden soğuk bir rüzgâr esiyordu. Kazan dairesinin tam ortasında, ampulün tavandan sarktığı yere çömeldiği zaman, kafasında, gözlerinden yukarıda ağır ve boğucu bir sıcak hissederdi, çenesi ve yanakları ise buz keserdi.
Arka taraftan kömür almak için bir tünelden geçmesi icap ediyordu, yolda sıçanları kaçırmak için küreğini duvarlara vuruyordu. Bu aç yaratıklardan daha çok diğer işçilerden nefret etmeye başlaması uzun sürmedi. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Yeni Bir Yıla Merhaba Derken....

 

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi