Ana içeriğe atla

Fahri Erdinç - Acı Lokma Kitap Alıntısı

Anlaşıldı. Siz, sorguya çektiğinizi sezdirmeden, bir kaçağa roman yazdırıyorsunuz. Ben de, sanki roman yazarcasına sorularınıza karşılık vermeğe çalışacağım. Ne de olsa, yaşantılarım içinde birçok olayları size ağızdan anlatmak isterdim. Neden derseniz, anlatılacak öyle şeyler var ki, bunları yazdım mı, tatsızlaşır. Öyle de olaylar olur ki, yazılması iyidir, anlatırsan tuzsuzlaşır. Gene de önceden söylemeliyim: Benim yazacaklarımın da, yazarak anlatacaklarımın da ne tadı var, ne tuzu. Çoğu acı. Elimde değil. Bunu doğramışlar aşıma, bu çıkıyor kaşığıma

Haydi, uzatmadan başlıyalım. Nerden? Çoğu hayat hikâyelerinde olduğu gibi kasabamdan, çocukluğumdan. Coğrafya kitabı gibi anlatmayacağım size kasabamı. Uzun uzadıya görünüşünü de, ovasını, dağını da çizmeyeceğim. Ben önce bizim hemşerilerin nelerle uğraştıklarını söyleyeyim de, siz kafanızda kasabanın tablosunu ona göre çizin, ona göre boyayın. Bizim kasaba büyükçe: beş-altı bin evli. İnsanları da otuz bini geçer. Çoğu yerli, azı göçmen. Eski göçmen. Kimi 93'ten, Bulgaristanlı. Kimi Batı Trakya ile daha sonraki değişimlerde Gümülcine'den, Kavala'dan, Drama'dan gelmiş. Arnavudumuz da var, Pomağımız da, Boşnağımız da. Biraz yerli Rum (neden pek az, sonra söyleyeceğim), biraz da Yahudi. Bu yerlilerle göçmenlerden arda kalanı da memur gibi, asker gibi eğreti takımı. 50-60 yıl, bütün bu insanları bir teknede yoğurmuş durmuş. Yılların kendisi değil elbet yoğuran, büyük-küçük olayları, acı-tatlı yaşantıları, yaşama çabaları. Daha doğrusu, topraktaki, dükkandaki, evdeki didinme. Daha da açığı tütün işi bir, bağcılık iki, zeytincilik üç. Artık tahılı, afyonu, meyvası, el zanaatları sonra gelir. 

«Nesiyle ünlüdür sizin kasaba?» deseler bana, hiç ikilemeden «tütünüyle» derim. Hem de öyledir. Ovasına bak; tütün. Havasını kokla; tütün. Dini imanı da o, sevinci acısı da. Yılın on iki ayı tütün zamanıdır. Tütün bizim aralıların çilesi, ölümü, dirimidir. Tütünden sonra bağlarımızla övünsek yeridir. Bağlarımız eskidir. Asmalar vardır, dedemle yaşıt. Kütüklerinde iri Hint cevizininki gibi tel tel kavlamış bir kabuk. Herekler üzerinde uzayan dalları, el gibi açık yaprakları, tevekleri, filizleri, salkımları olmasa, bu kuru, bu boğum boğum, bu çoturlu kütüklerin içinden tatlı su yürüdüğüne zor inanırsın. Bir serin, bir sevecen gölgesi vardır asmanın. Altına döşek ser de yat. Yattın mı, buğulu salkımlar kendisi sarkar adamın ağzına. Çekirdeksiz üzümün üçünü beşini attın mı ağzına, daha dişin birine dokunurken öbürleri de kütürdeyip dağılıverir. Kabuğunu boş yere ararsın ağzında. Erimiştir. Ballı tadı genzini yakar. Susatır. Susadın mı, misket asmasına yanaş. Misketin salkımı değil, çilkimi bir gülsuyu şerbetidir. Onu içtin mi, elinin tersiyle ağzını silmeden iki üç tane de yapıncaktan kopar. Onu da yedin mi, artık yanaş razakıya. Üzüm yemeye doymak istiyorsan eğer. Razakı tanesini koparmak için üç parmağınla tuttun mu, üç aylık bebek yanağı sıkar gibi olursun.

Ya zeytinlerimiz! Yoksul leblebisi, herkesin katığı karagözlüm zeytinler. Ağacı evlerin direği sayılır. Oğlu kızı olmayan, çoluk çocuk diye bir iki zeytin ağacıyla da övünebilir. Bereket ağacıdır o. Kızların gümüş yapraklı çeyizidir. 

Sonra incirlerimiz gelir. Hemen her bağda, her bahçede incir ağacı. Yaprağı Adem ile Havva'dan beri utancı gizliyen incir, kendi yemişini de daha el değmedik bir kız utancı ile gizler. Yemişini henüz katı iken mıncıkladın mı; küser. Elleme. O kendi söyler sana ne zaman erdiğini. Şöyle ele gelecek kadar dolgunlaştırır, olgunlaştırır ve balı görünüverir göbeciğinden. İnci tanesi gibi. Damladı damlıyacak. Artık durmaz. «Al beni» der, «soy beni, ye beni!» Sen de usulca burarak koparırsın, çok sıkmadan soyarsın, pek çiğnemeden yersin ve bizim oraların Bardacık incirini de bir daha unutamazsın. 

Evet, tütünümüz, üzümümüz, incirimiz. Sonra? Kavunumuz da vardır ama, şerbeti Kırkağaç düvleklerinden eksiktir. Karpuzlarımız Diyarbakır'ın deve yüklü karpuzlarıyla hiç de bir tartıya konamaz. Amma şerbeti eksik de olsa, bir tartıya konamasa da, bostanımız boldur. Elden ele tekerlenerek her kapıya dayanır. İçi insanlarımızı serinletir, kabuğu eşeklerimizi. Çekirdekleri de tavuklara yem, hele tuzlanıp kavrulursa, yoksul çocuklarına kışlık çerez olur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Yeni Bir Yıla Merhaba Derken....

 

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi