Ana içeriğe atla

Thomas de Quincey - Immanuel Kant'ın Son Günleri Kitap Alıntısı

O yılın, yani 1802'nin baharında Kant'a biraz temiz hava almasını tavsiye ettim. Nicedir kapıdan dışarı adımını atmamıştı ve bu raddeden sonra artık yürümesi de söz konusu değildi. Ama at arabasıyla bir gezinti ve temiz hava onu canlandırır diye düşündüm. Baharın güzel havasına ve manzarasına güvendiğimden değil, zira bahar artık Kant'ın ilgisini çeken bir şey değildi. Baharın getirdiği değişiklikler arasında Kant'ın merakını cezbeden tek bir şey vardı. Kant bunu, şahit olmanın bile acı verici olmasının yanı sıra büyük bir heves ve güçlü bir ümitle bekliyordu. Beklediği şey bahçesinde, penceresinin hemen önünde şakıyan çit bülbülüydü. Bu kuş, belki aynısı belki bir sonraki nesle ait bir kuş, her sene aynı şekilde gelip orada şakırdı. O kadar ki bazen soğuk havalar uzayıp bahar gecikince Kant'ı gene bir huzursuzluk kaplardı. Bütün kuşlara çocuksu bir alaka besleyen Lord Bacon gibi Kant da özellikle serçelerin çalışma odasının penceresine yuvalanması için bin bir zahmete girer ve bu gerçekleşince (ki Kant'ın çalışma odasındaki sessizlikten dolayı genelde gerçekleşirdi) onların hareketlerini başkalarının ancak insanlara göstereceği kadar büyük bir memnuniyet ve sevecenlikle izlerdi. 

Konumuza geri gelecek olursak, başlarda Kant dışarı çıkması fikrime pek razı olmadı. "Ben arabanın içinde çöküp bir paçavra yığını gibi yere kapaklanırım,” diyordu. Ama ben kibar fakat usandırıcı bir ısrarla eğer ona ağır gelirse derhal geri döneceğimizi söyledim. Yazın ilk günlerinde, nispeten sıcak sayılabilecek bir havada ben ve Kant'ın yaşlı bir dostu, şehirde yer ayırttığım bir mekâna kadar ona eşlik ettik. Kant dimdik oturabildiğini ve at arabasının hareketlerine dayanabildiğini gördüğü için hoşnut kalmış, şehrin yıllardır görmediği bina ve kale manzaralarından aldığı zevkle bir nebze gençliğine dönmüştü. Hedeflediğimiz yere büyük bir neşe içinde varmıştık.
Kant bir fincan kahve içip sigara tüttürmeye yeltendi. Sonrasında kendini güneş ışığına bırakıp bu bölgede çokça bulunan kuşların şen şakımalarını dinledi. Her kuşu ötüşünden ayırıyor ve ismini doğru söylüyordu. Yarım saat oturduktan sonra, Kant hâlâ neşeli ve gün içinde aldığı hazdan dolayı memnun, eve doğru geri dönüş yolculuğumuza başladık.
Onu bu yolculuğumuzda, insanların meraklı bakışları huzurunu kaçırabilir diye düşünerek halka açık bahçelere götürmekten özellikle kaçındım. Ne var ki Königsberg'de Kant'ın dışarı çıktığı haberi çoktan yayılmış, at arabasıyla eve geri dönüş yolumuzda her yönden insan arabaya doğru akın etmeye başlamıştı. Nihayet eve vardığımızda ise kapının önünün hıncahınç dolu olduğunu gördük. Kapıya doğru ilerlerken kalabalığın arasında bir şerit yol oluştuğunu fark ettik. Ben ve arkadaşı birer koluna girip ona destek olarak Kant'ı bu yoldan geçirdik. Kalabalığa şöyle bir göz attığımda onu ilk kez gördüğünü söyleyen ve birçoğunun da son görüşü olacak türlü türlü insan ve yabancı sima seçtim.
1802 ve 1803'ün kışı yaklaşırken Kant hiçbir tıp adamının hafifletemediği ya da izahat getiremediği mide ağrılarından iyice şikâyetçi olur hale gelmişti. Bütün kış bu şikâyetlerle geçti: Hayata küsmüş ve artık huzura çağrılma vaktini bekler olmuştu: “Artık bu dünyaya herhangi bir hayrım kalmadı,” diyordu. “Kendime bile yük oluyorum.” Bense bazen yaz gelince birlikte çıkacağımız gezintileri hatırlatarak neşesini yerine getirmeye gayret ediyordum. Bunlara o kadar önem veriyordu ki hepsi için bir sınıflandırma ya da ölçeklendirme bile yapmıştı: 1-Gezintiler, 2- Küçük Seyahatler, 3- Büyük Seyahatler. Hiçbir şey onu yazı ve baharı beklemek kadar özleme itmiyordu. Ki bu özlem yazın ya da baharın kendi çekiciliğinden değil, ikisinin de birer gezi mevsimi olmasından kaynaklanıyordu. Anı defterine şöyle bir not yazmıştı: “3 aylık yaz haziran, temmuz ve ağustostan ibarettir.” Bu o ayların seyahat ayları olduğu anlamına geliyordu. Sohbetlerinde de bu hararetli özleminden o kadar hüzünlü ve dokunaklı bahsediyordu ki herkes ona büyük bir sempati duyuyor ve mevsimin büyülü bir şekilde erken gelmesini diliyordu.
O 1803 kışında yatak odası daha çok ısıtılmaya başlanmıştı. Bu, yazarların tanıtım kopyalarından ibaret, yaklaşık 450 ciltlik kitap koleksiyonunun bulunduğu bir odaydı. Kant gibi ziyadesiyle okuyan birinin daha büyük bir kütüphanesinin olması beklenebilir, fakat Kant buna diğer alimlere göre çok daha az ihtiyaç duymuştu. Çünkü kendisi gençlik yıllarında Şato'nun Kraliyet Kütüphanesinde çalışmıştı. Ve o zamandan beri yayıncı Hartknoch'un cömertliği sayesinde basılan her kitabı ilk okuyan olma sıfatına erişiyordu. (Hartknoch da bunun karşılığında Kant'ın kendi kitaplarının haklarını ona devretmesiyle güzel kârlar edinmişti.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Yeni Bir Yıla Merhaba Derken....

 

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi