Ana içeriğe atla

Sezen Ünlüönen - İmtiyaz yahut Cici Kızlara Bir Roman Kitap Alıntısı

 

Olgunlaşan bir meyve gibi kente düşmüştü Nergis. 
Geleli iki aydan fazla olmasına rağmen bir düzen tutturamamış, günlerini sahildeki son çay bahçelerinde aylaklık ederek, bazen (nadiren) düşünerek, çoğunlukla da ardı ardına Türkçe romanlar okuyarak geçirmişti. Senelerdir başka memleketlerde edindiği kruvasanlı, macchiato’lu kahvaltı alışkanlıklarını sürdürmek istemediğinden, sabahları çayla simitle karnını doyuruyor, günün diğer öğünlerini de tostla, gözlemeyle, ayranla geçiştiriyordu. Zaten alıştığı ravioli’leri, burrito’ları burada servis eden hepsi birbirinin aynı lokantaları artık içi almıyordu. O nedenle Oya buluşmak için Levent taraflarında bir alışveriş merkezini önerince canı sıkıldı. Ama iki aydır yakasını bırakmayan bezginlik, bıkkınlık ve koyvermişlik hissi sebebiyle başka bir yerde buluşmayı da teklif etmedi. Bunca zamandır kimseyi arayıp sormamasının suçluluğunu yüreğinde belli belirsiz taşıyordu. Üstüne üstlük eninde sonunda bir işlerle meşgul olması lazımdı. Oya’nın kulağı delikti, bir yerlerde Nergis’e göre bir iş varsa Oya’nın haberi olurdu. Daha da önemlisi, Oya severdi Nergis’i, koruyup kollardı kendince, yardımcı olmak isterdi. Nergis Oya’nın “Yaz Gölgelerinde Lucy” macerasından haberdar olup olmadığını merak etti birden; Türkiye’den doğru düzgün kimseye anlatmamıştı olan biteni. Kendisi Amerika’dayken Türk basınını takip etme fırsatı çok olmuyordu ama anladığı kadarıyla zaten habercilerin de pek ilgisini çekmemişti mevzu. Böylesi daha iyiydi elbette. Yeni hayatı başkalarının bakış ve müdahalelerine açılmadan, bir müddet kendi kendine kalmak, dönüştüğü insanı tanımak, onunla biraz vakit geçirmek istiyordu. Bu gitgide azalacağına kuvvetlenen yalnız kalmak arzusu nedeniyle Ankara’ya annesinin yanına ya da Antalya’ya babasının yanına gitmemiş, İstanbul’da geçici bir daire tutmuştu. Oya buluşmaya her zamanki gibi on beş dakika geç geldi ve gelir gelmez Nergis’le canım’lı tatlım’lı bir muhabbet tutturdu. Birbirlerini uzun zamandır görmemiş, görüşmedikleri zamanlar boyunca handiyse hiç haberleşmemişlerdi. Çok yakın olmadığı insanlardan gördüğü böylesi sıcaklıklar Nergis’i hep şaşalatırdı: Biz sandığımdan daha yakın arkadaştık da ben mi farkında değildim? Bu esnemezlik, çok yakından tanınmayan insanlarla hemen bir samimiyet kuramayış, kucağına bir kedi kıvrıldı mı kaskatı kesilip kalış bir kez daha üzdü Nergis’i. Ben hep böyle miydim, yoksa bilmediğim bir yerde kuruyup kaldı mı içimin pınarları? Korkak ve çekingen, her şeyden hep iki adım geride mi durdum? Oya Nergis’in ruh halini fark etmemiş görünüyordu. Nergis’e bir yandan eskilerden kimleri gördüğünü, İstanbul’da ne kadar kalacağını, okulun nasıl gittiğini, bir yandan da açtığı yemek listesine bakarak, “Yeşillikler taze mi acaba? Balık yok mu balık? Sen bir şey yemiyor musun? Muhammere neymiş acaba, sen biliyor musun?”u soruyordu. Siparişlerini verdiler. Oya Nergis’e yeniden odaklanarak bir kez daha başladı: “Bak şekerim, bu böyle olmaz. Madem İstanbul’da bir müddet daha kalacaksın, ev içlerinde, çay bahçelerinde süklüm püklüm bir başına oturmayı bırak. Silkin, kendine gel. Sen eskiden böyle değildin sanki, seneler içinde gitgide kendine kapandın. Haydi bizi arayıp sormuyorsun, kendine yazık değil mi? Emekli dedeler gibi elinde bir tavlan, kolunun altında bulmacan eksik. Yarın akşam bizim evde bir yemek veriyoruz. Sen de gel. Zaten Kerim’le Murat’ı biliyorsun. Epey ilginç bir grup olacak. Stand-up gösterileri yapan Ozan Tandoğan var ya, onunla kız arkadaşı Vildan, sonracığıma müzisyen Lale Ela, onun sevgilisi Ekin diye bir oğlan, bunların PR’ını yapan İrem, sonra onun kocası Hakan... Var birkaç kişi daha işte. Bu Ozan ve Lale Ela ekibi beraber belgesel gibi bir şey çekmek istiyorlar şu sıralar, böyle dil bilen, fon başvurusu yazabilecek, gerekirse sanat yönetimi, senaryo yazımı, bu tür şeylere de el atabilecek birilerini arıyorlar. Esasında senin için biçilmiş kaftan. Bak hemen mırın kırın etme, yarın akşam yedide bekliyorum, gelmezsen vallahi çok küserim.” 
“Lale, Ela ve Ekin mi dedin? Sen ne kadar tanıyorsun bu insanları? Ekin kimmiş?” 
“Ben İrem’le Hakan’ın arkadaşı olarak biliyorum daha çok. Lale Ela, zaten Lale Ela. Ekin’in ne iş yaptığını tam bilmiyorum da, şair galiba. Bu belgeselin mi, filmin mi neyse artık, senaryosunu da o yazacak zannederim.” 
“Belgeselin senaryosu oluyor muymuş?” 
“Artık bunları yarın akşam onlara sorarsın. Hem Murat’ı, Kerim’i de görmüş olursun, fena mı? Bak kırma beni ne olur.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Yeni Bir Yıla Merhaba Derken....

 

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi