Ana içeriğe atla

Ömür İklim Demir - Kum Tefrikaları Kitap Alıntısı

Rüzgârlı havalarda tadım kaçar; çünkü ne zaman Suriye tarafında kum fırtınası çıksa, bizim tarafta elektrikler kesilir. Sonra da çölden kalkan bütün o toz, çamurdan bir karabasan gibi tepemize çöker. Caddeler, sokaklar, evler, telefon direkleri, fenni sünnetçi ilanları, eczane tabelaları, gazoz şişeleri, vergi beyannameleri, teker teker ve hatta üçer beşer gözden kaybolur. Geriye sadece rüzgârın uğultusu kalır. Uğultunun içinde kediler kaçışır, saksılar devrilir, teneke kutular tangırdar ve en azılı sokak köpekleri bile inlerine çekilir. Bazı günler rüzgâr öyle hızlanır ki kuytulara yığılmış çöp poşetlerinden, bebek ağlamasını andıran, suretine yabancı sesler çıkar. Uykusu bölünmüş çocukların yüreğinde, ismini bulmamış korkular cisimlenir, loş odalarda tespihler çekilir, dualar okunur, çaylar karıştırılır... İşte ben böyle gecelerde, yemek masasındaki sandalyelerden birini salonun ortasına çeker, tek başıma sigara üstüne sigara içerim.
Avuçlarım terler.
Ağzım kurur.
Biraz da gözlerim yaşarır.
Ağlamam.
Sonra fırtına diner. Mahalledeki binalar çamurdan yapılmış gibi görünür o zaman ve de bütün arabalar birbirine benzer. Kaldırım kenarlarında kızılla kahve arası tuhaf öbekler oluşur. Kimine göre tozdur bu, kimine göre kumdur, balçıktır, şehrin kınasıdır. Islanınca kana benzer, göze kar gibi güzel görünmez. Onları tekmeleyip dağıtan çocuklar dışında, kimsenin yüzünü güldürmez ya da kimseyi uzak hayallere sürüklemez. Sadece, yüzlerini tülbentle örtmüş kadınların, ellerinde kovalarla ve çalı süpürgeleriyle dışarı çıkmasına sebep olur. Sular dökülür. Merdiven boylarından aşağı çamur akar, o çamur sokaklara iner, yol olur. Denizi olmayan bu çorak şehir, yamacına dalga vurmuş kumdan kale gibi erimeye başlar. Kumların altından, paslı balkon demirleriyle, çanak antenleriyle, çatlamış duvarlarıyla, çıplak damlarıyla —bir başka gün yine çamura bulanmak üzere— Suruç adında yorgun bir şehir çıkar. 
Dünyanın kenarı, derdi Murat Hoca buraya; kimsenin hikâyesi burda başlamaz doktorum, sadece herkesinki burda sona erer. Yanılıyordu halbuki. Benim hikâyem tam da burda başladı. Dünyanın kenarında ya da salonun ortasında ya da her ne haltsa, ama temmuzda, rüzgârlı bir havada.
Dün gibi hatırlıyorum; çoğu gece olduğu gibi, o gece de fosur fosur sigara içiyor, sehpanın üstündeki kristal kül tablasına, boynu kırık izmaritler bırakıyordum. Annemi düşünüyordum bir yandan da. Her veli toplantısının ardından, kısık sesle, “Kenarda kalma yavrum,” derdi bana, “sesin çıksın biraz, konuş.” Nerden okumuş, kimden duymuşsa artık, başarılı olmak istiyorsam hep göz önünde olmalıydım ona göre. Ha, bir de yürürken omuzlarımı düşürmemeliydim, o da çok önemliydi. İster istemez gerindim oturduğum yerde, duruşumu düzelttim. Sırtımdan birkaç kütürtü geldi. Hay senin postürüne, dedim, camdaki çarpık görüntüme bakarken; ardından —çat!— hayatımın olağan akışı gereği, elektrikler kesildi. Annemmiş, postürmüş, izmaritmiş, hepsi karanlıkta kayboldu gitti.
Pencereyi açıp havlayasım geldi o an. Çünkü tepelerin ardında bir yerlerde koskoca bir elektrik idaresi, o koskoca elektrik idaresinin ardında da Pavlov'un köpeğine dönmüş insanlar vardı. Ne zaman rüzgâr şiddetlense, şartlandıkları refleksler gereği, şehrin şalterini indirirlerdi. Onlar şehrin şalterini indirince, ben de karşılık olarak —o saate kadar yapmamışsam eğer— sandalyelerden birini farkında olmadan salonun ortasına çeker, hemen bir sigara yakardım. Bir elektrik idaresindekiler, bir ben, bir elektrik idaresindekiler, bir ben, pinpon maçına meyleden bir şekilde, Pavlov'a saygı duruşunda bulunurduk.
Yine öyle oldu, düşüncelerimi bile böldü karanlık; gözlerim alışana dek bekledim. Birkaç dakika içinde, koltuğun kambur gölgesini, hemen onun yanındaki mermer sehpanın pürüzsüz yüzeyini, seneler önce bir hasta yakınının hediye ettiği Zippo çakmağı ve ortasına mum diktiğim porselen çay tabağını iyi kötü seçer hale geldim. Çakmağa uzanıp mumu, muma uzanıp sigaramı yaktım. Hatırladığım kadarıyla, evdeki son paket Gauloises'ımdı. Bir de Murat Hoca'nın geçen hafta bende unuttuğu yarım paket Muratti olması lazımdı. Muratti'nin gerçekten tadını mı yoksa sadece adını mı severdi bilemiyorum ama bayılırdı o sigaraya bizim Hoca.
Ayağa kalktım.
Biraz daha ışık istedim nedense. Pencerenin önündeki oduna benzeyen mumu yaktım; fitilinin etrafı toz bağlamıştı, hafifçe çıtırdadı yanarken. Zayıf bir ışık sızdı geceye. Bir anlığına camda, kapkara dalgalandım. Kendi yansımamın içinden dışarıya kaydı gözlerim: Karşı tepedeki iğde ağacı, rüzgâr vurdukça bin yaprağıyla birlikte eğilip bükülüyor, tepesindeki ince dallar kırbaç gibi esniyordu yere doğru. Daha aşağıdaki dalların birindeyse beyaz bir poşet çırpınıyordu. Yaprak hışırtısıyla enik ciyaklaması arası, rahatsız edici bir sesi vardı poşetin. Hani bilmesem, acı çekiyor zannederdim. Belki de çekiyordur, kim bilir? Belki de delinin biri için, gerçeklik böyle bir şeydir? Gerçeklik dedim de, bir keresinde Murat Hoca “Ben Süpermen'im diye damdan atlayan çocuk, yere çakılınca gerçeği anlar mı?” diye sormuştu. Gerçeği bilmem de yerçekimini kesin anlar, demiştim. "Anlamaz" demişti o da, "Sabah yediği şekeri kriptonit sanır, yine anlamaz. Lex Luthor taa Amerika'dan geldi beni zehirledi sanır, yine anlamaz. Çünkü inanmak, gerçekten inanmak, böyle bir şeydir doktorum." Evet, aşağı yukarı böyle söylemişti. "Sadece çocuklar gerçekten inanır” gibisinden süslü bir lafla devam etmişti, "hem de senin yerçekimine inandığın gibi körlemesine inanır.”
Sigaramdan derin bir nefes çektim. Ciğerlerime dolan duman, ruhuma kadar nüfuz etti. Eğer günün birinde ölür ve yarım kalmış işlerim nedeniyle bir hayalete dönüşürsem, muhtemelen hayaletim bile nikotin sarısı olacaktı.

Yorumlar

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Naime Özeren - 23 Nisan

Piyasalarda Bugün: 26 Nisan 2024

 

Megalodon Köpek Balığı Hakkında Bilinmeyenler

Herkese Merhabalar Bugün sizlere Megalodon hakkında bilgi vereceğim.

Bir Yaprak Sarması Meselesi

Monica Mccarty - İskoç Esareti

Merhabalar İskoç kitaplarını sevmeme neden olanlara selam olsun. Normalde okuyacağımı düşünmediğim İskoç kitaplarının şu anda hastası olmuş durumdayım. İskoç Esareti'de bu kitaplardan birisi.

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?