1 Eylül Pazar / EYLÜL SABAHI
Sabahın yedisi. Bahçedeyim. Sırtüstü şezlonga uzandım, bulutlan izliyorum. Göğü seyreden insan kopuyor yeryüzünden. Sorunlardan, kişilerden, gündelik dertlerden. Sabah bulutlan çok başka. Ufacık, ufacık. Yağmur yağacakmış radyoya göre. Eylülün ilk günü. Yaz bitti. Nasıl geçiyor zaman? Belirli bir yaştan sonra farkına bile varmıyoruz. Yalnızlık nedir onu bile bilemiyoruz. Başka çeşit bir yalnızlık sarıyor bizi. Bırakılmışlık demeli buna. Şu erken saatte cep radyom var yalnızlığımı bozan. Dünyanın dört yanından haberler getiriyor. İran’da deprem, Çekoslovakya’da aydınların kaçışı, Batılıların savaş hazırlığı, NATO gene NATO. Kıpırdamadan yatıyorum öyle. Bulutlar bitmek bilmiyor. Bir otobüs yokuşu çıkıyor. Yoldan geçen yok. Bir serçe kondu gülün dalına, oradan atladı çimlere, sıçrıyor ta yanıma dek. İşte yaşam! Bir eylül sabahında şu serçenin ürkekliğinde var ne varsa... Radyolardan, gazetelerden, kitaplardan uzakta gerçek yaşam. Gidemediğimiz, ulaşamadığımız yerde. Hep özlemini çektiğimiz, ama ne olduğunu bilemeyeceğimiz. Kıpırdasam kaçacak. Geliyor yanıma. Bir dostluk kurmak. Serçeyle. Bakışımdan korktu. Pır deyip kaçtı dama. Radyoda türküler. "Ayvalar sararıyor dön geri bak" diyor bir yanık ses. Dön geri bak, dön geri bak... "Elmalar kızarıyor dön geri bak" "Cevizler şak şak eder dön geri bak" Hep dön geri bak... Geride bir şey yok oysa. Olmayacak hiçbir zaman. Bizler var sanacağız. Her şey gidecek gidecek gidecek. Nereye? Bir yerlere. Bulutlar gitmiş bile tepemden, şimdi kirli bir bulut çakılmış duruyor öyle.
15 Eylül Pazar, trende / SİRKECİ’DEN ÇIKTIK YOLA...
Bakıyorum dışarı. Garip istasyonlar. İnsansız yerler. Türkiye’de miyiz, Yunanistan’da mı? Yoksa Bulgaristan’a mı girdik? İlgaz’ı da, beni de uyku tutmadı. Saatlerdir konuşuyoruz. Yılların biriktirdiği konular. Bitecek gibi değil. Daha iki gün, iki gece gideceğiz. Bir ara da alıyorum elime Joyce’un ‘Ulysses’ini. Okunur mu bu şimdi? Ama her yolculukta alırım bu kitabı yanıma. Okuyup bitiremedim bir türlü. Bir de şarap döküldü üstüne akşamüstü. Sirkeci Gümrüğünden geçerken oldu bu iş. Kitaplar arasındaki şarap şişelerinden biri kırılıverdi. Kırılan şişe, ıslanan Joyce olsun! Bıraktım kitabı eski yerine. Dalıp gittim neresi olduğunu bilmediğim karanlık, bomboş yerlerin görüntülerine. Sabah Sofya’da olacağız. Bütün gün Bulgaristan’ı aşacağız. Sonra Romanya, sonra Ukrayna, bir de bakacağız ki Moskova’dayız...
17 Eylül Sah, trende / UÇSUZ BUCAKSIZLIK
Göz alabildiğine bak. Göz alabildiğine... Uçsuz bucaksızlık burada var işte. Sağ pencereden bakıyorum Ukrayna ovası uzanıyor, sol pencereden de öyle. Konuşuyoruz konuşuyoruz bitmeyen konular. Dün Bulgaristan’ı geçtik, sonra Romanya’yı. Sabahın köründe girdik Ukrayna’ya. Gözümüzü açar açmaz beyaz giysili bir doktor, bir gümrük memuru. Saat altıda istasyon revirinde aşı olmak pek hoş kaçmadı. Demek artık hastalık falan saçmayacağız Sovyetler ülkesine! Akşam sekiz buçukta Kiyef Garı. Soluk elbiseli kızlar, Rus romanlarından tanış çıktığım köy evleri, acılı istasyonlar.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.