Ana içeriğe atla

Susan Sontag - Başkalarının Acısına Bakmak Kitap Alıntısı

Açıktır ki, dünyada çok fazla adaletsizlik vardır. Ve gereğinden fazla hatırlamak insana acı verir. Barış yapmak, unutmaktır. Uzlaşmak için hafızanın kusurlu ve sınırlı olması gerekir. Amaç insanın kendi içinde hayatını sürdüreceği bir alana sahip olmaksa, çarpıcı haksızlıkların, insanların dünyanın her yerinde birbirlerine korkunç şeyler yaptıkları anlayışı içinde düşünülmesi ve bu şekilde çözümlenmesi bir açıdan rahatlatıcı bir şeydir. Küçük ekranların (televizyon, bilgisayar, avuç bilgisayarı) önüne park etmiş olan bizler, dünyanın dört bir tarafındaki felaketleri bildiren kısa haberler ve görüntüler arasında sörf yapabiliyoruz. Ve sanki bu tür haberlerin miktarı eskisine oranla daha fazla. Bu belki de bir yanılsamadır. Belki de olay, haberlerin 'her yer'e yayılmasından ibarettir. Ve bazı insanların çektikleri acılar, belirli bir izleyici kitlesine (acıların, belli bir hedef kitlesinin olduğunun kabullenilmesi gereken bir düşünce olduğunu göz önünde tutacak olursak) başkalarının acılarından çok daha ilginç gelmektedir. Savaşlar hakkındaki haberlerin günümüzde dünyanın istisnasız her tarafına yayılması, bizden çok uzakta yaşayan insanların acıları üzerinde düşünme yeteneğimizin dikkat çekici derecede arttığı anlamına gelmez tabii. Modern hayatta (bizi kendileriyle ilgilenmeye çağıran şeylerin çok fazla olduğu bir hayatta), bize kendimizi kötü hissettiren görüntülerden kaçmaya çalışmamızdan daha doğal bir şey olamaz. Aynı şekilde, eğer haberlerde, savaşların ve diğer rezaletlerin yol açtığı acı ve ıstırapların en ince ayrıntıları ve kesitlerine daha fazla zaman ayrıldığında çoğu insanın hemen kanal değiştireceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Fakat bu tabloya bakıp, insanların daha az duyarlı olduklarını söylemek de herhalde pek doğru olmayacaktır. Bizim tam anlamıyla dönüşmüş insanlar olmamamız, bir ıstırapla karşılaşınca hemen kafamızı çevirmememiz, başka bir sayfaya geçmememiz ya da kanal değiştirmememiz, görüntülerle gerçekleşen bir saldırının etik değerini değiştirmez. Böylesi görüntülerle karşılaştığımızda yeterince acı çekmememiz ve yüreğimizin dağlanmaması bir kusur değildir. Fotoğrafın, yakaladığı ve çerçevelediği tarih ve çekilen ıstırapların sebepleri hakkındaki cahilliğimizi gidermesi de beklenemez. Böylesi görüntülere, devlet gibi yerleşik güçlerin yol açtığı kitlesel acılara karşı duyarlı olmak, bunlar üzerinde düşünmek, bunlardan ders çıkarmak ve bu haksızlıkları rasyonelleştirmeye yönelik çabaları irdelemek için çıkarılmış bir davetiye olmaktan öte bir anlam yüklemek kesinlikle yanlıştır: Bu nitelikteki bir fotoğrafın gösterdiği tabloya kim(ler) sebebiyet vermiştir? Bundan kim(ler) sorumludur? Bu akıbet atfedilebilir bir durum mudur? Böyle bir sonucun ortaya çıkması kaçınılmaz mıydı? Peki, açıktan cephe alarak meydan okumamız gerektiği halde, fiilen kabullenmemiz gereken bazı durumlar mı vardır? Tüm bunları dikkate aldığımızda, şefkat gibi ahlaki bir tepkiyle bir eylem sürecinin belirlenemeyeceği açıkça ortadadır.

Söz konusu görüntülerde yansıyan acılara karşı hiçbir şey yapamamanın verdiği hayal kırıklığı, onları izlemeyi ya da bu görüntülerin yayınlanış biçimini (savaş ve vahşet haberler arasında cilt merhemi, ağrı dindirici ya da cip reklamlarının verilmesini) onursuzca bulma şeklinde bir suçlamaya da dönüştürülebilir. Bu ıstıraplar hakkında yapabileceğimiz bir şeyler olduğunda ise böylesi meseleleri muhtemelen kafamıza bile takmayız. Bilindiği üzere, “görüntülerin, acıları belli bir mesafeden seyretmeye yol açtığı suçlanmasına da rastlanmıştır, sanki izlemenin başka bir yolu varmış gibi. Oysa yakından (bir görüntü aracılığıyla olmadan) seyretmek de sadece izlemekten ibarettir. Vahşet görüntülerine getirilen eleştirilerin bazıları görmenin kendisinin karakterize edilmesinden farklı değildir. Görme çaba istemez; görme, uzamsal bir mesafe gerektirir; görme kesilebilir (gözlerimizde gözkapağı vardır, kulaklarımızda kapı yoktur). Antik çağın Yunan filozoflarına görmeyi en mükemmel, en soylu duyu olarak düşündürten özellikler, şimdilerde bir kusurla ilişkilendirilmektedir.  Fotoğrafların sunduğu gerçekliğin soyutluğunda ahlaki açıdan yanlış bir şeyler olduğu düşünülür; sanki insanın başkalarının ıstıraplarını belli bir mesafeden, üstelik bu ıstırabın ham gücünden mahrum olarak izlemeye hakkı yoktur. Görüntünün bizi dünyanın sertliğinden uzak tutan, gözlem yapma ve seçerek dikkat etme hakkı tanıyan özellikleri için sanki insani (ya da ahlaki) bir bedel ödememiz beklenmektedir.
Bir adım geri çekilip düşünmekte yanlış olan hiçbir şey yoktur. Zaten birçok bilge kişi şöyle dememiş midir: “Hiç kimse aynı anda hem düşünüp hem de birine vuramaz.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Cahit Sıtkı Tarancı - Kırık Bir Aşk Hikayesi

Cahit Sıtkı Tarancı'nın meşhur bir şiiri var, " Abbas" adında.

Yeni Bir Yıla Merhaba Derken....

 

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?

 

Naime Özeren - 23 Nisan

Bir Yaprak Sarması Meselesi