Bazı şeyler hayatımızdan sessizce çıkıp gidiyor. Nasıl da kolayca razı oluyoruz. Hayır, belki direniyoruz bir zaman; biz değilse bile hâlâ gelincik şurubu şişeleyen ninelerimiz direniyor. Ama işte, ellerimiz yana düşüyor; nineler masallara bürünüp şuruplar, böğürtlen reçelleri, ayva tatlıları ile birlikte gidiyorlar. Biz buzdolabının buz gibi yüzüne bakakalıyoruz, silkinip bir kola açıyoruz. Amaan... Nerden daldık bu şurup bahsine. Havayı tasvir için başlamıştık. Ne soğuk, ne sıcak. Nimet'le Cesur akşama yakın tezgâhları toplayıp sahile iniyor. Gelip iyot kokulu esintiye karşı oturuyorlar. Martılar, serçeler, kumrular, çocuk sesleri. Ta uzaklardan pat-patları duyulan bir balıkçı teknesi. Cesur Nimet'e seslerden bahsediyor. Ses bir âmâ için en önemli şeydir. Ses geliyorsa tehlike yoktur, tehlike sessizliktedir. Ayak sesleri görmezler için görüntü sayılır. Kulak bir anten olmuştur artık; hep açık, hep tetikte. Onların işitme ve dokunma duyuları belki de görenlerden daha çok gelişiyor. Kokular, fısıltılar, titreşimler, hava akımları... Görme engelliler ısıya da duyarlıdır. Güneşi çok rahat fark ederler. Denizin dalgasını, yaprakların hışırtısını. Görme engellilerin hafızası güçlenir. Düşünün ne çok ama hafız tanımışızdır. Müzik eğitimine de yatkın olurlar. Ve çokluk bu yoldan meslek edinmeye çalışanlar bulunur, hatta teşvik edilir. Kör şarkıcı, kör kemancı vesaire. Bunları anlatıyor Cesur. Sesi güzelmiş, biraz bağlama çalıyor. Bir derneğe devam etmiş bir süre. Neredeyse müzisyen olacak yani. Ama içi kaldırmamış. Engellilerin bu tür meslek edinmeleri ile duygu sömürüsü arasında ince kırmızı bir çizgi var. Cesur o çizgide kalmış. Yan tarafta çocuklar top oynuyor. Cesur atılan şutları, zeminde sürünüp-seken topu takip edebiliyor. Kalkıp aralarına karışsa bayağı futbol bile oynayabilir yani. Nimet, “Abarttın iyice,” diye itiraz edecek oluyor. Sen misin itiraz eden, Cesur aniden kalkıp çocukların arasına karışıyor. Çocuklar önce “Ya bırak abi ya, oyunumuzu bozma,” falan diye şamata ediyor. Sonra onun bir ama olduğunu fark edip bütün gören kişiler gibi müsamaha, merak ve hayretle takip ediyorlar. Oyun bozuldu. Başka bir oyun başladı. Cesur, “Çocuklar, lütfen, oyununuzu bozmak istemiyorum ama, şu sırada oturan ablanız ile iddiaya girdik. Görsün bakalım, gelen topa vurabiliyor muyum?” Arada "görsün bakalım" diye ince bir espri yaptığını sadece ve elbette kendi fark edip bıyık altından gülüyor. Çocuklar ilk şaşkınlığı üzerlerinden atıp bu yeni oyunun çekiciliğine kapılıyor. Aralarından biri topu Cesur'a doğru yuvarlarken bağırıyor, “Geliyor abi, vur!” Cesur pürdikkat gelen topu dinliyor ve gerçek bir futbolcu gibi zaman ayarlamasını tam tutturarak patlatıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.