Ana içeriğe atla

İnan Çetin - Bin Yapraklı Lotus Kitap Alıntısı

BAKIR

Rahatlatıcı bir şeyler söylemesini bekledim, sabırla. Suskunluğun ardından gelen o haykırışı. Önemsenmenin eteklerine sığınmış iyiliğin fazlalıklarından arınmış Bakır’ı. “Zülfü” dedi. Bu dalgın, cılız ses yüzündeki çizgilerden çıktı sandım. Bir yılan gibi tısladı. “Bu savaş bizim savaşımız değil, bizim savaşımız...” 
“Evet, bizim savaşımız...” 
“Bizim savaşımız kendimizle.” 
“Ya Şadiye, o ne olacak?” 
“Aşk bütün bildiklerimi aşıyor” dedi. “Öyleyse?..” 
“Kendimden kurtulmalıyım önce.” Ne demekti bu? Anlamlı pek çok şeyi bile anlamsızlandıran bu saçma sözler de neyin nesiydi? Bir karıncalanma geçip gitti bedenimden. “O ıssız yerde tek başına yaşayarak kendinden kurtulacağını mı sanıyorsun?!” 
“O başka.” 
Kalktı, çit boyunca yürüdü. “Savaşmadan olmaz,” dedim, “karşı koymalıyız.” 
“Sizden biri olmadığımı düşün, uzaktan da olsa sesinize, yüzünüze ihtiyacım var, ama sizden biri değilim.” Sırtını çite dayadı. “Niçin dersen, bilemem.” Kuşların tiz, telaşlı sesleri yükseldi gökte; üstüne uzandığım çimlere gömdüm yanaklarımı. Kafam karmakarışıktı. “Her şey eskisi gibi olana dek bir mağarada yaşayacağım.” dedi. “Babama söz vermiştim, sağ kalmalıyım.” “Düşmanlarına acıyarak mı?” “Hangisi daha iyi sence?” dedi. Kalkmamı bekledi. “Hiçbir şey bitmez, Zülfü” dedi. “Yalnızlıktan delirsem de bunu yapacağım.” 
“Silahı al bari” dedim. “Allahaısmarladık” dedi. Kalktım, kucaklaştık. Duygularını dizginleyemeyen koca adam, dedim kendi kendime, ruhumun bütün sıcaklığıyla seviyorum seni, yolun açık, şansın bol olsun. İki saatlik bir tırmanıştan sonra tepeye çıktı Bakır. Dik yamaçtan aşağı indi. Ormanı geçip çıplak sıradağlara vardığında karanlık bastırmıştı. Uzun zaman olmuştu bu dağlara gelmeyeli; kurt ulumaları uzaktan, kuşların çığlıklarına karışıp yüksek tepelerin duvarlarında yankılanıyordu. Korktu. Üstüne uzandı kayanın, heybesini başının altına koydu; gökyüzünde birkaç yıldız seçebildi zayıfça. Bir süre dinlenip devam edecekti yoluna, ama içindeki belirsizliğe denk düşen kasvetli bir hava vardı dağlarda. Kötücül duygularla ağırlaşan geçmiş, şimdi doruktaki savaşı reddetme kararlılığını sarsacak denli güçlüydü. “Sağ kalmalısın oğlum” demişti babası. “Kişi ruhuna kurşun gibi çöken ağırlığını söküp atmalı ölümün. Ölüm nedir ki! Ama savaşlar bilinmezliklerle dolu doğa felaketlerine benzerler. Korkum, tanımadığım, görmediğim biri tarafından öldürülmek. Tut ki, o da benim gibi avlanmayı seviyor, o da benim gibi yoksulluk içinde büyümüş, kim bilir, belki o da sevmediği biriyle evlenmiştir.” Tuhaf! Bu konuşmayı çok görmüştü babasına. Sanki onun gibi biri böyle konuşamazdı! Günlerce bu sözlerin çağrışımlarıyla didişip durmuştu. Dağları sarsan bir sesle bir ateş topu yükseldi gökyüzüne. Yüzüstü döndü, başını kollarının arasına aldı. Dağlar ışık saçıyordu, o denli yakın hissetmişti patlamayı. Telaşla kalkıp kente döndü yüzünü, ışıkların belli belirsiz titreştiği yere. Ardından bir ateş topu daha... Havalanan gece kuşlarının sesleri... Boğulacak gibi oldu; göğsünden fırlayacakmışçasına çarptı yüreği. Şadiye’nin karşı karşıya kalacağı bir tehlike anında ne yapacağını, nasıl şaşıracağını ve ne denli umarsız kalacağını düşündü. Gecenin karanlığında, yolculuğunun daha başındayken soğuk, buz gibi bir korku yayılıyordu bedenine. Bir sancı gibi, azar azar... Toparlandı, kayanın arkasına dolandı, tepeye çıkan patikaya girdi. Daha birkaç adım yürümüştü ki, başının üstünde bir şapka gibi uzanan kayaya tutundu; uçurumun dibini boylayacaktı neredeyse. Her şey gizliden gizliye sonu belirsiz serüvenin dayanaklarını eksiltip savaşmama kararlılığını için için çürütüyordu. İki kayanın arasına oturmuş, insanların savaşa yaslanarak, gücünü yenilgiden alan benliklerini onarmaya çalıştıklarını düşünüyor, avunmaya çalışıyordu. Yine de ay ışığına sinen korku uçup gitmiyordu; ezici bir üzüntü ve yüzeysel bir sakinlik vardı havada. Sıkıntıyla alnını ovdu. Çelik yelek gibi sırtını ve göğsünü kaplayan, omuzlardan ve belden birbirine bağlanan kocaman torbalardan birini açtı sonunda.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüm Zamanların En Güzel Kadını : Prenses Fevziye

Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; yine Mısır'ın son kralı Faruk'un kız kardeşiydi Prenses Fevziye.

Kul Plan Yaparken, Kader Gülermiş!... 1. Bölüm

 

22 Nisan 2024 Pazartesi Altın Fiyatları

 

Sait Faik Abasıyanık - Karlı Hava

Naime Özeren - 23 Nisan

Piyasalarda Bugün: 26 Nisan 2024

 

Megalodon Köpek Balığı Hakkında Bilinmeyenler

Herkese Merhabalar Bugün sizlere Megalodon hakkında bilgi vereceğim.

Bir Yaprak Sarması Meselesi

Monica Mccarty - İskoç Esareti

Merhabalar İskoç kitaplarını sevmeme neden olanlara selam olsun. Normalde okuyacağımı düşünmediğim İskoç kitaplarının şu anda hastası olmuş durumdayım. İskoç Esareti'de bu kitaplardan birisi.

Radyo Tiyatrosu - Kaplumbağa Sever misiniz?