Ana içeriğe atla

Eylem Ata Güleç - Uzak Değil Kitap Alıntısı

Zübeyde’nin çıkardığı onca gürültünün arasında başka bir ses daha duydum. Sanki birisi yerin altından koşuyordu. Büyük adımlarını attıkça ayağımın altındaki toprak titredi. Arkamı döndüm. Yine o karaltı geçti, gitti. Geçerken ağzından bir şey düşürdü. Düşen şey orada, öylece, karanlığın içinde daha karanlık bir parça olarak kaldı. Mezarlık lambaları yanmıyordu. Ay ışığı cansızdı, aydınlatmıyordu. Birkaç adım öteme düşen şeyin ne olduğunu anlamak için gözlerimi iyice kısarak baktım. Eğri bir dal parçası mıydı? Ölü bir kedi yavrusu muydu? Neydi? Hiçbir şey seçemedim. Adım atıp elime alacak cesareti bulamadım. Kapı açıldı. Zübeyde dışarı çıktı. Güçten düşmüş kollarımla atılıp ona sarıldım. Sakinleşti. Az önce bağırıp çağırdığını unutmuşa benziyordu. Omuzlarından bastırdım. İkimiz birlikte yere çöktük. Rüzgâr çıkmıştı. Ağaç, üstüne aynalar, bezler asılarak kurulan kader oyununu bozmak istiyormuşçasına dallarını silkeliyordu. Bir ayna düştü önümüzde. Çatlak aynadan yansıyan şey koyu karanlıktı. Zübeyde’yle ikimizin birbirine sarılan karanlığı.

Zübeyde’nin başını boynumla omzumun arasına sıkıştırdım. Ilık nefesi göğsümü ısıttı. İnatçılığındaki kırılmayı hissettim, içime dokundu. Gözlerim hâlâ yerdeki o şeydeydi. Şimdi biraz daha iyi görünüyordu. Rüzgâr şiddetlendikçe kenarları havalandırıyordu, bez parçasına benziyordu. Sadece kumaş olsaydı uçup gitmişti. Onu yerde tutan bir şey vardı muhakkak. Uzaklardan top atışına benzeyen sesler geldi. Bombardıman başlamış olabilirdi. Zübeyde kendini biraz geri çekmeye çalıştı, izin vermedim. Çenemle başına bastırdım. Kafamda bir ağırlık, karışıklık vardı. Kusmak istiyordum. Cebimdeki leblebileri çıkardım. Birkaç tane ağzıma attım, birkaçını da Zübeyde’ye verdim. O karaltı geri geldi. Soluğunu duydum. Etrafımızda döndü. Köpek olmalı. Ellerimi yerde dolaştırdım. Bir taş aradım. Ona fırlatacak bir şey bulursam kaçardı belki. Çatlak aynaya değdi parmaklarım. Bombardıman sesleri dalga dalga yayıldı. Zübeyde titredi. Çenemle başına yaptığım baskıyı azalttım. Karaltı yerdeki şeyin yanına gitti. Etrafında döndü. Kokladı. Görüntü biraz daha netleşti. Köpek değil. Küçük bir çocuk gibi duruyor ya da eğilerek yürüyen bir insan, belki bir cüce. Yerdeki her neyse aldı. Elinde evirip çevirdi. Biraz uğraştıktan sonra hareketsiz kaldı. Ardından ağrılı bir nefesle, acı çekiyormuşçasına soluyarak uykuya daldı.

Güneş ışığı dallardaki aynalardan yansıyarak gözkapaklarımdan içeri sızıyordu. Uyandığımda Zübeyde’nin başı omzumda değildi. Yanımda, kollarını başının altına almış, yerde uyuyordu. Yazması başından kaymıştı. Gece gördüğüm karaltı yerinden kımıldamamıştı. Cüce değildi. Tostoparlak bir et yığını gibi yatan bir gençti. Bacağından yaralıydı. O da uyandı. Karşısında bizi görünce korkudan gözleri büyüdü. Kalınca bir dalı bacağını bitiştirmiş, patiska örtüyle bağlamıştı. Ardından Zübeyde kalktı. Yazmasını başına sarıp gence doğru yürüdü. Yanına çöktü. Başını dizlerine alıp mırıldanmaya başladı. İkisi, yuvasına oturan anahtarla kilit gibiydiler. Kapı kırılmış, anahtar bir yana, kilit bir yana savrulmuşken ortak ama belirsiz bir gelecek için yeniden buluşmuşlardı. Ben de kalktım. Ağır ağır yürüyerek ikisine yaklaştım. Bir anlığına, bu beraberliğin bir parçası olduğumu hissetmek istedim. Yanlarına oturdum. Yaralı genç, başını omuzlarının arasına çekti, ellerini önünde birleştirdi. Büzüştü. Benden korkar gibi bir hali vardı. Cebimde kalan birkaç leblebiyi ona yedirdim. Benden korkmamasını söyledim. Koluna girip kaldırdım, sırtını ağaca dayayarak oturmasına yardım ettim. Sağ elini yaralı bacağının üstüne koydu. Kaç gündür burada olduğunu sordum. Dört gün batımı saydığını, sonrasında ise uyur uyanık olduğu için günleri takip edemediğini söyledi. Ne yiyip ne içtiğini sordum. Gözleriyle üstümüzdeki dalları işaret etti. Bunu şimdiye kadar akıl edemediğime şaşırdım. Kalkıp her birimiz için ikişer incir kopardım. “Diğer tarafta da dut ağaçları var” dedi, korkusu geçmemiş ama hafifleşmişti. Zübeyde iki inciri birden ağzına attı. Yeniden dalları yokladım ama sadece birkaç tane olgunlaşmamış incir vardı. Gene adını sordum. “Bengi” dedi.
“Biraz dut toplayacağım.”
“Ağaçlar çeşmeye yakın, gelirken babanın hayrına su getirsen,” dedi şimdi bana biraz daha güvendiği belli oluyordu. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Blog Keşif Etkinliği

Merhabalar Malum artık annemle birlikte blog yazmaya başladık. Böylesi belki de daha iyi olacak. Omuz omuza, anne-oğul birlikte daha güzel şeyler yapabilmek adına tek blog, tek yürek olarak yolumuza devam etmeye karar verdik. Annem benim her daim hep ve tam destekçim. 

Fatih Murat Arsal Tüm Kitap Yorumları

Simitli Tost Ve Yumurta Tarifi

Merhabalar Evimizin karşısında bir simit fırını var.

Ayşegül Çiçekoğlu - Sevgimin Esareti

Merhabalar Ayşegül ablanın kalemini ne kadar sevdiğimi bilmeyeniniz yok ama ben yeniden söyleyeyim.

Erdoğan Karabıyık - Urla Esintileri

Islak Saçlar Ve Zararları

Merhabalar Çoğumuz ıslak saçların zararlarını bilmiyoruz.

Poy Baharatı Nedir? Nerelerde Kullanılır?

  Merhabalar Baharat kullanmayı sever misiniz?

A101 Oje Alışverişim

Merhabalar Oje severlere çok güzel bir haberle geldim.

Zeynep Sahra - Elmalı Turta

Merhabalar Zeynep Sahra'nın Ayçöreği hikayesi Elmalı Turta ile son sürat devam ediyor. Öncelikle yeniden belirtmek istiyorum bu kitap Ayçöreğinin devam kitabı. Yani öncelikle Ayçöreğini okumalısınız.

Saray Sarma (Paşa Lokumu)

Merhabalar Geçenlerde şirketimizin yanındaki şirkette çalışan bir arkadaş saray sarması ya da diğer adıyla sultan lokumu yapmış.