Merhabalar
Her hafta sizleri yeni kalemlerle, yeni yüreklerle buluşturmaya devam ediyorum.
Bu hafta yine yeni ve güzel bir kalem bloğumda konuk. Sevgili Turgut Ülgezer. Kendisiyle çok güzel bir röportaj gerçekleştirdik. O zaman hemen röportajımızla sizleri başbaşa bırakayım.
Yeni yazılarımda görüşünceye dek, kendinize çok iyi bakın. Mutlu bir hafta geçirmeniz dileklerimle.
Hoşçakalın.
Turgut Bey öncelikle bloğuma hoşgeldiniz. Bu güzel röportaj için şimdiden teşekkür ederim. Dilersiniz sorularımıza geçelim.
*
Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Öncelikle
kıymetli vaktinizi bana ayırıp, sayfanızda yer verdiğiniz için çok teşekkür
ediyorum. Bir gün hani şu televizyonlardaki büyük ödüllü bilgi yarışmalarına
katılsam en çekindiğim soru "kısaca
kendinizden bahseder misiniz" olurdu herhalde. Neyse ki soru cümlesinin
içindeki “kısaca” kelimesi burada imdadıma yetişiyor. Tam da sorulduğu üzere
kısaca şöyle özetleyip işin içinden sıyrılayım; dört nesil süre gelen İstanbullu,
Teknik Üniversitenin Denizcilik Fakültesinden mezun olmuş, uzun yıllar
denizlerde kaptanlık yapmış, şimdilerdeyse tıpkı eskiden de olduğu gibi,
“Zaman denilen tornistanı olmayan gemi
ile hayat denilen denizde dalgalarla boğuşan bir adem kulu…”
*
Yazmaya ne zaman başladınız?
Henüz küçük bir çocukken elime kalem alıp gazete sayfalarına yazılar
yazmaya çalışırdım. Okul hayatımda da edebiyat en sevdiğim derslerin başında
geliyordu. Sınavlardaki “tarih, isim soy ad” gibi teknik sorulardaki açığımı
yazdığım kompozisyonlarla örter notumu yükseltirdim.
İlerleyen yıllarla birlikte sorgulamalar da başladı. Yaşamı, mutluluğu,
dostlukları kısacası hayatı sorguluyordum. Tuhaf bir dünyada yaşıyorduk. İnsanlar
kendilerini dinlemeleri için ücret karşılığında psikologlara gidiyordu.
Misafirlikler eskisi gibi değildi. Gittiğimiz yerlerde kendi evimizde
televizyon yokmuş gibi bayat dizileri izliyor, dizi bitince de evimize geri dönüyorduk.
En samimi dostum bile bir seferinde “Bugün dizim var yarın görüşelim” demişti.
Derken bir gün bir
vesile ile büyükçe bir kitapevine girdim. Raflarda duran kitaplar evrenin en
uzak noktasına saklanan yıldızların tecellisi gibiydi. Rengârenk kapaklarını
iki yana açmış, beni kucaklamaya can atar halleri vardı. Hemen bir kaç tanesini
alıp sarıldım. Hiç çekinmeden kapaklarını sayfalarını koklamaya başladım.
Ciltlerinin kokusu, yapraklarının narinliği, sözcüklerin kolye misali dizildiği
cümlelerinin intizamı, mürekkeplerinin rengi, büyülü bir dünyanın adı
konulmamış ülkesi gibiydi.
O gün adeta hayatıma
yeni bir sayfa açıldı. Tabii ki daha önce de okuyordum ama hayatımda ilk kez,
gerçekten okumaya başlamıştım. İki yüz, üç yüz sene öncesinin en popüler
insanlarını dinlemek üzerimde inanılmaz etkiler bırakıyordu. Ama bir süre sonra
bazı şeylerin eksikliğini hissetmeye başladım. Her dönemin en bilgili en
kültürlü en âşık en samimi insanları dinliyordum, fakat onlar beni
dinleyemiyordu. Ne yapmalı, nasıl yapmalı da onlara sesimi ulaştırmalı derken
aklıma bir fikir geldi. Kitabını okuduğum yazara geri dönüş yapıp yazmaya başladım.
Öyle ki ceplerim Shakespeare'e mektup, Fuzuli'ye not, Kafka’ya soru diye
başlıkları olan küçük notlarla doluyordu.
Derken kafamın
içinde fokurdayan fikirler beni rahatsız etmeye başladı. Onları kâğıda dökmem
gerekiyordu. Başka türlü rahat edemeyecektim. Yazmak düdüklü tencerenin
tıslayan düdüğü gibi içimde ki buharı dışarı atıyordu. O gün bugündür tıslıyorum.
Artık kalemimin kaptanıydım. Açıldığım denizin ise kıyısı yok.
*
Kitap ya da genel olarak yazma konusunu nasıl seçiyorsunuz? Etkileşim var mı?
Yoksa tamamen tesadüf mü? Yani kurguyu önceden mi belirlersiniz?
Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?
Kimileri için
bir kelebeğin kanat hışırtısı yeni bir başlangıç için dünyanın en neşeli
sesidir. İlham,
bir kelebeğin kanat hışırtısın da ya da yere düşen sonbahar yaprağındaki rüzgâr
sörfü yapan bir karınca da olabilir. Doğayı ve insanların yaşantılarını izleyip
etkilenerek kurguyu belirliyorum. Romanı yazarken sayfaların içinde volta
atmaya bayılıyorum. Koca kitabın bazen başını, bazen ortasını, bazen de sonunu
yazıyorum. Sanırım oturup yazmaya başladığımdaki ruh halime göre belirleniyor
bu. Duygusal bir süreçten geçiyorsam romantik şeyler yazıyorum. Aksiyonun
ivmelendirdiği bir süreçteysem de bu tarz şeyler. En sonunda bir asma köprünün
parçaları gibi yazdığım kurguları birbirine monte ediyorum. Ve nihayet en
baştan en sona doğru okurken kurduğum asma köprüden geçiyor ve manzaranın
tadını çıkartıyorum.
*
Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazmaya devam eder miydiniz?
Kalemin kâğıtla
olan aşkıdır roman. Öyle bir aşktır ki hokkaya çevirir yüreğinizi. Bandırdıkça
içine kaleminizi yazarsınız, siz yazdıkça da kalem tutuşur. İçini döker
sayfalara. O artık kalem olmaktan çıkmış sevdiği şeye dönüşüp
kağıtlaşmıştır. Bu müthiş bir coşkudur.
Güzel de olsa kötü de olsa bütün duygularınızı kâğıda dökün. Güzel
duygularınızı yansıttığınız sayfaları sevdiklerinize yollarken, kötü
duygularınızı karaladığınız kâğıtları buruşturup geri dönüşüm kutusuna atın.
Her ikisini yaptığınızda da rahatladığınızı ve hafiflediğinizi hissedeceksiniz.
Bunu herkese tavsiye ederim. Daha önce de belirttiğim gibi eserlerini okuduğum
ve şu an hayatta olmayan yazarlara pek çok defa notlar yazdım. Evet, kimsenin
okumayacağını bilsem, yine de yazardım. Bunu sırf, "kâğıda âşık olan
kalemi aşkıyla buluşturmak için" bile olsa, yine de yapardım.
* İlk
kitabınızı çıkarmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?
Biliyorsunuz “DEMİR AĞAÇ”, “A7 Kitap” tarafından keşfedildi. Daha önce
yazdığım yazıları ancak eş dostla çizdiğim küçük bir çemberin içinde
dolaştırıyordum. Çemberin içindekiler, DEMİR AĞAÇ’ın küçük bir çemberin içine
hapsolamayacak kadar büyüyeceğini söyleyerek beni teşvik ettiler. Çok başarılı
projelere imza atan ve müthiş bir ivmeyle yayıncılık hayatına taze bahar
rüzgârları estiren Arzu Hanım ve ekibi kendilerine gönderdiğim eserimi
değerlendirip yayınlamaya karar verdi. Her şey o kadar çabuk gelişti ki işini
en doğru şekilde ve profesyonelce yapan A7 Kitap, benim en büyük şansım oldu.
Arzu Hanıma ve ekibine buradan minnetlerimi sunuyorum.
*
İnsanların çoğu "hayatımı yazsam roman olur" der. Sizce herkes kitap
yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir?
Bence
de her hayat başlı başına bir senaryodur ve her insan da kendi senaryosunun baş
oyuncusudur. Yazım kurallarına uyduktan sonra neden olmasın. Herkesin herkesten
öğreneceği o kadar çok şey var ki.
* Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Mesela hangi ortamda, hangi
materyallerle, hangi müzikle ve nasıl bir coğrafya da yazmayı tercih edersiniz?
Her
yerde her ortamda yazabiliyorum. Ama duygularını çok çabuk belli eden bir yapım
var. Bu yüzden yazarken olur olmadık bir ortamda gülmekten ya da durduk yere
ağlamaktan korkuyorum. Yazdıklarım beni güldürmüyor ya da ağlatmıyorsa
yazmaktan sıkılıyorum. Genelde böyle sayfaları daha sonradan siliyorum. Yazı
yazarken birisinin bana soru sorması en çok rahatsız olduğum husus. Girdiğim
hayal dünyasına uzanan buz gibi bir el sanki beni oradan çekip çıkartıyor ve
zamane sıkıntılara geri getiriyor gibi hissediyorum.
*
Yazmak isteyen ancak nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için
tavsiyeleriniz var mı?
Okumak,
okumak, okumak… Önce kitapları sonra hayatı ve nihayet doğayı bol bol okumamız
gerekiyor.
* Bir
gün kurgu olmayan bir şey yazmayı düşünüyor musunuz?
Kurgu
olmayan bir şeyden kasıt yaşanmış hayat öyküleriyse evet bu olabilir. Ama böyle
bir durumda tercihimi topluma mal olmuş büyük kişilerden yana kullanmazdım.
Beni kendisi küçük ama yaşantısı büyük olan ve o büyük yaşanmışlıkların altında
ezilmiş kişiler daha çok heyecanlandırıyor.
* Bir
yazar olarak okuduğunuz ve beğendiğiniz yazarlar kimler?
Bir diğerine
haksızlık etmek istemem. Bu durumda, okuyucularımı da yanlış yönlendirmek
istemem. Felsefede “kendinde şey” denilen bir kavram vardır. Yani nesnelerin
bana göcesindense, özneden bağımsız kendine has varoluş özelliklerini ihtiva
eden bir kavramdır “kendinde şey”. Dolayısıyla bana göre şu veya bu kişinin
kalemi güçlü olabilirken bir başkasına göre tam tersi o kişinin kalemi silik
bir kalem olabilir. Ancak önünde şapka çıkarttığım ve beni en çok etkileyen tek
eser, Allah’ın zaman denilen kalemle yazdığı “kâinat” eseridir ki içindeki
paragraflar, okumasını öğrenenler için pek çok şey anlatır.
* En
son hangi kitabı okudunuz?
A7 Kitaptan
yayınlanan, Aret Vartanyan'ın eşsiz kaleminden Bir Nefes İstanbul. Tırnak
içinde bana göre harika bir eser herkese tavsiye ederim.
* Asıl
mesleğiniz nedir?
Deniz ve
denizcilik ile ilgili denetimler yapan bir birimde Denizcilik Sörvey Mühendisi
olarak görev yapıyorum.
*
Yazmak sizin için hayat boyu sürecek serüven mi? Yoksa yazmayı bırakmayı
düşündüğünüz bir zaman var mı?
Dede Efendi’nin
müzik için söylediğini ben de edebiyata uyarlamak isterim. Edebiyat, kıyısı
olmayan bir deniz gibidir. Ben paçaları sıyırdım ama daha henüz içine
giremedim. Eminim bu denizde beni pek çok macera bekliyor. Gücüm yettiği
gözlerim gördüğü ve kalemim yazdığı sürece açıldığım denizde kürek çekmeye
devam edeceğim. Benden önce bu denize açılmış nice kaptanıderyalar var ki
onların dümen suyunda sallanmak bile benim için çok büyük bir onur olacaktır.
*
Günümüzde gençlerin sosyal medya sitelerinde çok zaman geçirmesini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Onların
sosyal medyaya ayırdıkları zamanın en az onda birini onlara ayırsak belki çok
şey değişir. Tabi bunun için sosyal medyadan çok daha cazip imkanları önlerine
sunmamız gerekiyor. Sadece gençler değil gerçek dünyanın ağırlığını
kaldıramayan hemen herkes sanal dünyalarda oluşturduğu yapay cennet bahçesine
kaçıyor. Tabii bu kesim için hayatın gerçek olgularıyla yüzleşmek çok daha zor
oluyor. Sosyal medya denilen çağımızın modern silahı kötü amaçlı kişilerin
elinde gerçekten de tahrip gücü yüksek etkiler gösterebiliyor. Bunun en güzel
örneğini toplumsal olaylar sırasında uydurulan yalan yanlış haberlerle
birbirlerine kutuplaştırılan gruplarda gördük. Hulasası siz ne ekerseniz
arkanızdan gelenler onu biçer. Bir eliniz cep telefonunda, bir eliniz tv
kumandasında olursa çocuklarınız da aynısını yapar. Ama siz kitap okursanız "inanın
bana denenmiş bir gerçektir" onlar da kitap okur.
*
Günümüz gençliğine üç tavsiye verecek olsaydınız bunlar ne olurdu?
Ömür
denilen uyku halinin en tatlı rüyasıdır gençlik derken şunu da eklemem gerekir.
Gençler bilebilse yaşlılar yapabilse demiş Fransızlar. Bilebilmenin yoluysa çok
okumaktan geçiyor. "Genç" iki kulağı da delik demektir bir
veçhilesiyle. O yüzden siz ne söylerseniz söyleyin doğru yolu kendileri
bulacaktır.
* Kitaplarınızda
yayımlandıktan sonra şunu yazsaydım yada şunu yazmasaydım dediğiniz oldu mu?
Hayır.
DEMİR AĞAÇ romanımda böyle bir duyguyu yaşamadım. "DÜŞÜŞ" Henüz çok
yeni. Geri dönüşümler süper. Eserlerimin tam olarak hazır olduğunu hissettiğim
de okumaları için ciddi anlamda okuyucu olan yakın dostlarıma sunuyorum.
Onlardan en acımasız yorumlarını yapmalarını ve kırmızı kalemle uygun
bulmadıkları yerleri belirtmelerini istiyorum. Bu süreç tamamlandıktan sonra
yeniden okuyorum ve gerekli önerileri dikkate alıp düzeltmeleri yapıyorum.
Yayın evine gönderirken tıpkı bir asker uğurlar gibi gözyaşı akıtıyorum.
Yolculuk başlıyor. Birken bin oluyor. Evde açan çiçek ülkenin dört bir
tarafında açan binlerce çiçeğe dönüşüyor. Bu arada A7 Kitabın da katıldığı
Frankfurt kitap fuarındaki stantlar da DEMİR AĞAC'ı görmek beni ayrıca
gururlandırdı. Düşünsenize ektiğiniz bir tohum dünyada farklı farklı
coğrafyalarda hayat bulup renk renk çiçek olarak yeşeriyor. Bu gerçekten de
inanılmaz bir onur.
*
Yazmadığınız zaman ne yaparsınız?
Hayat
hemen önümüzden akıp giden bir nehir gibidir. Onu ancak içinden kapabildiklerimiz
kadarıyla anlayabiliyor ve yaşayabiliyoruz. Bana bahşedilen kısacık sürede yapmaya
çalıştığım şey, önümden akıp giden nehirden kaptıklarımı harmanlayıp işledikten
sonra onları tekrar nehre geri bırakmak. Böylece daha sonrakilere benden bir iz
tatlı bir seda bırakabilmek.
*
Kitap fuarlarıyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Yazar
ve okuru bir araya getiren fuarlar gerçekten de çok faydalı oluyor. Geçen sene
A7 Kitabın katıldığı pek çok fuara gitmeye çalıştım. Tabi katılamadıklarımda
oldu. Yayınevinin baş döndürücü temposuna ulaşabilmem neredeyse imkansız. Gözlemleyebildiğim
kadarıyla fuarlarda okurun kitaplara ve yazarlara ilgisi çok yoğun oluyor.
Yazarlar da ellerinden geldiği kadar onların bu teveccühüne karşılık vermeye
çalışıyor. Ancak yurt dışında, özellikle batılı ülkelerde fuarlar daha renkli
ve coşkulu süreçlere dönüşüyor. Kent meydanlarında adeta şenlik havası halinde
yaşanıyor. Kitap ve müzik birbirinden ayrılmamalı. Ben her ikisini,
birbirlerine yapışık siyam ikizlerine benzetirim. Siz varın iki kanatlı kuş
deyin. En büyük hayallerimden birisi şehirlerin şöhretli caddelerine ki
"İstanbul için İstiklal Caddesi ya da Bağdat Caddesi" buna çok uygun,
kurulan karşılıklı stantlarla fuarların yapılması. Müzisyenlerin ve yazarların
katıldığı böyle bir ortam sanırım herkesin çok hoşuna gider.
*
Hayatınız boyunca yaşadığınız pişmanlık var mı?
Elbette
var. Pişmanlık ateş gibidir. Ham insanı pişirip olgunlaştırır. Ancak
pişmanlıklarınızı affetmelisiniz yoksa ağırlıkları altında ezilirsiniz. Kısaca
pişmanlık, insani bir duygu olmakla birlikte aynı zamanda da soğan kabukları
gibidir ve doğradıkça gözlerinizi yaşartır.
* En
büyük korkunuz nedir?
Yarım
bırakmak. Bence insanların en büyük korkusu başladıkları bir hayali
tamamlayamama ihtimalinin soğuk olasılığıdır. Şöyle ki herkesin kendince bir
hayali vardır ve bunu gerçekleştirmeden yolculuğunu bitirmek istemez.
* Aşk
sizce nedir? İlk görüşte aşk var mıdır?
"Aşk"
bence "her şeydir". Bana "her şey" nedir? Diye sorarsanız
sanırım bir dört yüz sayfalık roman yazarım. Tabi bu roman sonsuz serinin ilk
cildi olur. Kaç cilt daha yazabilirim bunu şu an tahayyül edemiyorum. Bu yüzden
kısaca şöyle özetleyeyim,
"AŞK,
cehennemin içindeki küçük saadet ülkesidir. Yanmadan gidemezsiniz."
*
Okurlarınızla aranızda nasıl bir bağ var?
Karşılaştığımızda
bana sarılarak gözlerinden yaş akıtan, tüm samimiyetleriyle beni tebrik eden
insanların olması hayattaki paha biçilmez değerlerin başında geliyor. Hepsini
çok seviyorum. Buna eleştiri yapanlar da dahil. Onların eleştirileri sarsılıp
silkinmeme ve izlediğim rotayı tekrar tashih edip kendime çeki düzen vermeme
neden oluyor. Belki şaşıracaksınız ama tüm samimiyetimle söylüyorum. Yazdığım
tarz da roman okuyan kesim içinde bugüne kadar DEMİR AĞACI okuyup da beğenmeyen
bir okurla karşılaşmadım. Böyle birisi varsa da henüz olumsuz bir dönüş olmadı.
Hemen herkes romanın içinden kendi hayatıyla ilgili bir şeyler bulabiliyor.
Turgut Ülgezer tanınmış bir isim değil. Dolayısıyla okuyucu ister istemez ki
bence de haklı olarak tereddüt ediyor. Hepsini anlayışla karşılıyorum. İnsanlar
denenmemiş bir şeyi deneyerek vakit kaybetmek istemiyor. Zamanın elmastan daha
değerli olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Ancak sosyal medyadaki edebiyat
gruplarına bakıyorum da paylaşımlarda sürekli aynı romanların sürekli aynı
repliklerinin döndüğünü görüyorum. Tabi ki herkesin düşüncesine ve ilgi alanına
saygı duyuyorum. Ama artık insanlığın biraz da yeni sesleri dinlemesinin
vaktinin gelip çattığını da düşünmüyor değilim. Bunu sadece kendi romanım için
söylemiyorum. İnanın gençler o kadar güzel işler çıkartıyorlar ki çoğu zaman
onların yazdıklarına imreniyorum. Emin olun bu gençler birileri tarafından
desteklenseler içlerinden pek çoğunun edebiyatta çığır açacak yeteneğe sahip
oldukları ortaya çıkacaktır. Mevlana'yı, Yunus'u, Fuzuli'yi yeşerten topraklar
neden bir Tolstoy, Kafka ya da Vasconcelos çıkartmasın.
Her
meyve kendi dalında güzeldir öyle değil mi?
*
Ulaşamadığınız biri ile sohbet etme şansınız olsaydı bu kim olurdu? Neden?
Bu
sorunuzun yanıtı kesinlikle Hz. Muhammed olurdu. Ama maalesef böyle bir
buluşmada çenemi tutamaz, insanlığa ışık tutan getirdiği o güzel anlayışın, sermayesi
din olan kesimlerce nasıl yobazlaştırıldığını ağzımdan kaçırırdım. Ve bununla
istemeden de olsa o yüce insanı çok üzerdim. Bu yüzden tercihimi yıldızların
ötesinden değil de yaşadığımız gezegenden yana kullanmayı yeğler yirmi, yirmi
beş yıl önceki halimle sohbet etmeyi isterdim. O zaman kendi kulağıma doğru
eğilir daha fazla okumalısın diye telkinde bulunurdum. Çünkü, "kulağa
fısıldanan sözler asla unutulmaz."
*
Hayatta en çok kıymet verdiğiniz kişi?
Aile
fertlerim, dostlarım, okurlarım, yaşayan yaşamayan her şeyi çok seviyorum.
Tıpkı bir güneş gibi şefkatimi etrafımdakilere adil dağıtmayı öğrenmeye
çabalıyorum. Çünkü biliyorum ki "ben, biz olduğumuz sürece ben'im."
* Son
olarak eklemek istedikleriniz var mı ya da okurlarınıza mesajınız var mı?
Bana
bu keyifli sohbet imkanını yaşattığınız için size çok teşekkür ediyorum. Edebiyat
sever arkadaşlar A7 Kitap ve benim şahsi
"Facebook-İnstagram" adreslerimizi takip ederlerse çok mutlu olurum.
Edebiyat dünyasının, hep birlikte yaşadığımız ekonomik kriz sürecinde cesur
adımlarla ve kararlılıkla yoluna devam eden yayın evlerine ihtiyacı var. Bence
"A7 Kitap" bu yayınevlerinin
başını çekiyor. Maalesef çok üzücü ki pek çok yayınevi krizden olumsuz yönde
etkilendi. Bununla birlikte okuyan bir nesil ülkemizin aydınlık geleceği için
olmazsa olmazıdır. Lütfen bu konuda hassas olan ve müthiş bir özveriyle ayakta
kalmaya çalışan yayınevlerine sahip çıkalım. Kitap fiyatlarının pahalılığından
yakınan arkadaşları da çok iyi anlıyorum. Ama inanın bana bir kitabın
yayınlanması gerçekten de çok büyük emekler isteyen bir iş. Bu kutsal görev
için ter akıtan insanları sıraya dizsem yazar olarak kendimi ancak son sıralara
koyarım. Kapak tasarımı, editör süreci, iç tasarım, mizanpaj, matbaa, dağıtım
vs. saymakla bitmeyecek süreçler. Onların tümüne emeklerinden dolayı bu vesile
ile bir sefer daha teşekkür ediyorum.
"Kitap
ve müzik güneş ve ay gibi ufkunuzun daim süsleri olsun"
Sevgiyle
kalın...
Turgut Bey keyifli bir sohbet oldu. Umarım ilerleyen zamanlarda sizi yine bloğumda konuk edebilirim. Zaman ayırıp röportaj yaptığınız için tekrar teşekkür ederim. Yolunuz açık, okurunuz bol olsun.
Değerli paylaşım için teşekkürler kaptanlık yaparken seyahatlar uzun olur bence çok eser çıkabilir birde son olarak her gün sigara ya 13_15 tl verilir ama kitaba 15_20 tl pahalı neyse okumayacağım de bari pahalı deme saygılar teşekkürler
YanıtlaSilSessiz Haykırış;
SilMaalesef kitaba verilen ücretleri çok buluyorlar. Ama son zamanlardaki kitap artışları da maalesef aşırı oldu. Teşekkürler :)
öncesini de biliyorum ama yapacak bir şey kolay gelsin ben teşekkür ederim.
SilBeyda kalemine yüreğine saglik harika bir iş çıkartmışsın her zamanki gibi..Genç yazarımıza başarılar dilerim..Ropörtaj hayat ipuçları ile dolu
YanıtlaSilSibel Özer;
SilÇok teşekkürler. Evet bencede :)
Turgut Ülgezer hakkında güzel bir tanıtım yazısı olmuş
YanıtlaSilYusuf Sezgin;
SilÇok teşekkürler :)
hoş bir röportaj olmuş ,eline diline sağlık
YanıtlaSilGül Deniz;
SilÇok teşekkürler :)
Gençler bilebilse,yaşlılar yapabilse...Okumaya devam..
YanıtlaSilYeşim;
SilBenimde çok sevdiğim bir söz oldu. Aynen canım. Okumaya devam :)
harika bir röportaj daha ...
YanıtlaSilbabaannemintakvimciği;
SilÇok teşekkürler :)
Güzel bir söyleşi olmuş, çok teşekkürler.
YanıtlaSilFatih Pınar;
SilÇok teşekkürler :)
Oumak okumak okumak her şeyin başı çok doğru söylemiş:) keyifli bir röportaj olmuş.
YanıtlaSilOkumaya Gel;
SilÇok teşekkürler. Okumak en önemlisi o zaten :)
okumaya yazmaya başlama kısmını pek sevdim :) ne güzel bi de yaaa, bilmediğimiz yazarları tanıtıyon bize :)
YanıtlaSilDeep;
SilDaha çok yazar gelecek inşallah. Çok teşekkürler :)
Kalemin kağıda olan aşkıdır roman....Bu cümleyi okuyunca vavvvvv dedim :) Ne de güzel açıklamalar yapmış :) Her ikinize de çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilYurdagül;
SilÇok teşekkürler canım :)