KARA ÇUL
Bakışının değdiği her şey gölgeye dönüşüyor.
Caddenin kalabalığı, dükkânlarının eşiğine çöküp müşteri bekleyen bezgin esnaf, çiçekçilerde yaprak yaprak solmuş güller bir bir kararıyor.
Caddenin kalabalığı, dükkânlarının eşiğine çöküp müşteri bekleyen bezgin esnaf, çiçekçilerde yaprak yaprak solmuş güller bir bir kararıyor.
Yola sarkmış evlerin, kuru, cılız dalların gölgesine sürüyor külüstür arabayı. Sokağın köşesindeki ev yalnızca onun bakışında soyunuyor renklerinden; cismini aydınlatan ışığı yitiriyor. Neyse ki çocuk uykuda. Uyansa o da etraftaki insanlardan kopacak, yalnızca annesiyle kendisine ait olan gölgeli, boz dünyaya düşecek.
Gölgelerin arasında yürüyor kadın. Acıktıkça, gölgeler tüntleşiyor. Bir gazete büfesi, bakışı değince gürültüyle devriliyor, gazetelerin yaprakları havada uçuşuyor, onların yerine gölgeleri yerleşiyor. Tabelalardaki yazılar silikleşip kayboluyor; akasyalar kararıp yol kenarlarına boylu boyunca uzanıyor. Geçip giden yüzler tanınmaz halde; kaldırımları süpüren başı şallı kadınlar, yarılmış toprağı belleyen ceviz gibi buruşuk yüzlü adamlar yalnızca nemli, sıcak birer gölge. Bıçak bileyicisini, süpürgeciyi seslerinden tanıyor. Gölgeler dünyasında en ufak bir ses bile irileşiyor. Onun için, kendi sesine daha çok sokuluyor Karnının gurultusunu türkü okuyan sesiyle ezmeye, unutmaya çalışıyor. Gölgeler soğuk, bezdirici. Ama kendisi için değil, çocuk için korkutucu. Kadının fikrinde çocuk var. Onu karanlıkta bırakma düşüncesi ile ürperiyor.
Biraz daha sabredebilir belki. Eve varmayı bekleyebilir. Eve varsın, karnı doysun, gölgeler çekilsin, baktığı her şeyi yeniden görsün, ancak o zaman konuşacak çocukla. Eve vardığı gibi ateşi yakacak bahçede, bir kaşık unu soğanla kavuracak, bir de domates doğrayacak. Sonra mercimeği dökecek içine, taneler açılıp birer birer patlayacak, koku avluya dolacak. Biraz daha sabredebilir. Seher Natevan'ın yanına gitmeli. Natevan, kızı getir, yanımda işlesin, demişti bir yıl önce. Konuşurken altın dişleri parlıyordu. O zaman istememişti; uşak helelik balacadır, nece yaşı var ki! Menimle bir yerde dolaşsın, sonra mektebe geder, diye cevap vermemiş miydi? Aradan bir yıl geçti. Bir yılın her ânı günle, ayla, mevsimle değişse de, yalnızca boğaz tokluğunun, gölgeleri savmanın telâşıyla geçti. Bugün de önceki günler gibi geçip gidecek. Çocukla konuşsa da konuşmasa da. Ama geciktirmenin anlamı yok.
Sabahleyin caddenin kenarında gördüğü, çengelindeki balıkları yoldan geçen arabalara satma derdindeki gencin karaltısıyla karşılaştı bu defa. Halâ heykel gibi duruyordu genç. Bir balığı kalmıştı yalnız. Sabahtan beri orada mıydı? Dura dura yorulmuş, hattâ belki onunda bakışı gölgelenmişti. İhtiyar bir kadın, plastik leğenindeki çekirdekler için kağıttan külâhlar kıvırıyor, göğerti satıcısının tavukları orda burda eşeleniyordu. Taksiler yolun ağzına dizilmiş, şoförleri alçak bir duvarın üstünde tavla oynuyordu; dubara... çehar û şeş... Sabaha bu gölgelerden biri daha ölecek, birinden daha ekmek yiyeceğim, diye düşündü kadın. Ama bir garibanın yasından eline düşse düşse ancak kuru çörek parçaları düşerdi.
Çok anlamlı ve etkileyici...
YanıtlaSil:)
SilYine duymadığım bir yazar. Ve güzele benziyor kitap...
YanıtlaSilEvet benimde hoşuma gitti ama henüz okumadım :)
Silhımmm bilemediiim.
YanıtlaSilBen sevdim. Okumayı düşünüyorum :)
Sil